1 Aralık 2009 Salı

BİR İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜ





Hilallerin Batışı


SÖZÜN BAŞI

Üç kıtaya hükmeden on altıncı yüzyılın en haşmetli imparatorluğu olan, Osmanlının bu günlere gelme hikayesini daha yakından izlemek için tarihin tülünü aralayıp, içine girdim.
Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya akışını, Anadolu'yu yurt edişini, Osmanoğulunun toprağa yerleşip, devlet kuruşunu, Yüce Peygamberimiz'in övgüsüne mazhar olmak için Kostantiniyenin feth edilişini ve Üç Hilal’in üç kıtada dalgalanışını seyrettim.
İftihar ettim...gururlandım, coştum;Tuna'dan Nil'e at koşturdum, Bağdat'tan Viyana'ya Ezanı-ı Muhammedi dinledim.
16. asrı bitirirken Osmanlıyı yücelten sistem ve kurumların bozulmaya başladığını, bazılarının yok olduğunu, kışlayı; Hacı Bektaşi Veli'den feyz alan yeniçerinin terk ettiğini, Padişah'ın "atını avraradını silah "ını emanet ettiği Enderunu-u Hümayun'un bozulduğunu gördüm.
Osmanlı ülkesine kılıçla giremeyen Avrupalı'nın en güzel kızlarını, cariye olarak padişahın yatağına sokup, kadınların kınalı parmaklarıyla devletin içini nasıl karıştırdıklarına şahit oldum.
Osmanlının kuruluş ve yükselme yıllarında padişahından, Veziri Azamına ; Paşasından yeniçerisine, Şeyhül İslamından Kadısına, esnafına, tüm toplumun gönlünde bir aşk vardı. Tertemiz, çıkarsız ve riyasız bir tek aşk. Osmanlıyı "çağlar üstü" yapmak ve Cihan İmparatorluğu kurmaktı. Bu gönülleri feth edilmiş insanların aşkıydı.
Zamanla "Gönül Fatihleri"nden yoksun kalındığı ve kimsenin gönlü feth edilemediği için ne sevda, ne de aşk yaşanır oldu. Her şey iktidar için, iktidar da çıkar için kullanılmaya başlanmıştı. Bunun için yönetim kademelerinin her makamı arkasına yeniçeriyi, paşayı, güç ve kuvvet sahibi birilerini alıp ahlak ve fazilete, yiğitlik ve mertliğe fedakarlık ve hoşgörüye dair ne varsa hepsini yok etmişlerdi. Ne yazık ki gücü kırılamayan bu şer kuvvetler Osmanoğlunun yükselişini durdurmuş, sonra geriletmiş, daha sonra da yıkılmasına neden olmuştu.
Nice dal gibi şehzadelerin bin türlü entrikalarla ortadan kaldırıldığını içim yanarak izledim. Haksızlık, rüşvet, yalan ve beceriksizliğe Anadolu'nun nasıl isyan ettiğini; binlerce şühedanın kanlarıyla kazanılan vatan topraklarının ne kadar kolay kaybedildiğini ve Hilal’in hüzünlü süzülüşünü üzülerek seyrettim.
Toplumun içine girdim. Konaklarına, ev ve iş yerlerine misafir oldum. İnsanların duygu ve düşüncelerini, aşk ve sevdalarını yaşadım. Onlarla konuştum, tartıştım, üzüldüm, sevindim. İsyanları, ihaneti gördüm. Hilallerin gölgesine sığınan, kendisini “ kul” luğa kabul eden Padişaha, Osmanoğluna karşı devşirmenin ihanetini gördüm. Her şeyi; âdet ve töreleri, inanç ve tutkuları, mümkün olduğu kadar gerçeğe uygun biçimde anlatmaya çalıştım ve hepsini sizinle paylaştım.
Bu çalışma bir tarih değil. Bir roman da değil. Ama siz onu “Tarihi Roman” gibi okuyabilirsiniz. Bu eserde17. asıra kadar ki Türk tarihi çok kısa bir hatırlatmadan, sonra Sultan Birinci Ahmet Han zamanından itibaren kesitler alınmıştır. Olayların bire bir yaşanmış olmasına özen gösterdim. Elli üç yıllık bir saltanat süresinde “Deli Mustafa”’ı saymazsak beş padişah tahta geçmiş, biri 37, ikisi 28, biri 18 biri de 33 yaşlarında, en verimli çağlarında ölmüş yahut öldürülmüşlerdir.
Sonunda Üç hilalden ikisini batırdık. Bugün elimizde tek Hilal’imiz kaldı. Önünde yıldızıyla bu Hilal Türkiye Cumhuriyetidir ve bu Hilal mahşere dek batmayacaktır. İnşa Allah.

Nurettin GÜLDEN
ORHANGAZİ/Yeni Köy / 2008



Bu naciz çalışmamı torunum SELİN kızıma adıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder