1 Aralık 2009 Salı

36.EV OCAK OLDULAR

Gülnaz bir kaç gündür rahatsızdı. Bir şeyler olduğunu anladı, Zehra Kadın'la konuştu, tahmini doğruydu. Tevfik'i beklemeye başladı. Yemeği doğru dürüst yemedi bile, akşam Tevfik'e
-biliyon mu benim başım döner, yüreğim kabarır.
-haste mi olmuşun? bir yediğin mi dokunmuş, soğuk falan mı almışın?
-bilmez misin?
-ben nerden bilirim,
-akıllım, ben gene hamile olmuşum. Zehranam dedi...
-deme yav... ben de meraklanırdım, bunca zamandır niye hamile kalmaz diye..
-sana bir oğlan virecem, isten mi?
-oğlan olmuş kız olmuş ne fark eder? Sağlıklı ve hayırlı olsun bana yeter, demiş
kucaklamıştı Gülnaz'ı sonra hamile olduğu aklına gelmiş, hemen bırakmıştı.
Gülnaz,
-benim korkum Aybike
-Aybike kızıma ne oldu da korkarsın?
-hiç bir şey olmadı, Aybike bebeğimizi kıskanacak, ondan korkarım.
Aybike dört yaşına basmıştı, Gülnaz yirmi altı, babası Tevfik kalfa da otuz iki yaşındaydı. Bu mutlu aile Fahriye Sultanın konağında ev ocak kurmuşlardı ikinci çocukları olacaktı. Her kes mutluydu. Fahriye Aybike'yle, Zehra Kadın, Gülnaz, Tevfik birbirleriyle mutlu ve uyumluydular.
Fahriye zaman zaman "eyi ki bunlar var...ya olmasalardı ben ne işlerdim?" diye kendikendine ailesinden memnuniyetini ifade ediyordu.

Aynı günlerde Yıldızhan Hatun'a da bir şeyler oluyordu. Anasına yüreğinin kabardığını,her şeyden burnuna kokular geldiğini, canının olur olmaz şeyler çektiğini...anlattı. Türkhan kızına,
-sen iki canlı oldun, benim güzel kızım. Sen bize bebek verecen, demişti. Yıldızhan o gün akşamı zor etmiş, Ahmet Ağa'sına müjdeyi vermişti. Ahmet’in sevinçten yüreği hoplamış, havalara uçmuştu. otuz sekiz yaşında baba olmak için ne geç ne de erken sayılırdı.
Babası İbrahim Ağa ve Annesi Behiye Hatun'a, çok sevdiği Hüsrev Paşa'sına bir torun vermekten de çok memun olacaktı.

Hüsrev Paşa'ın dört torunu vardı. Ama konağında, birlikte yaşayan kızı Yıldızhan'ın çocuğunu kendi çocuğu gibi hissetmiş, içinde öteki torunlarından daha farklı duygular oluşmuştu. Yüzünde ki tebessümden üst dudağını taşıran, tek-tükte olsa aralarına siyah karışmış, beyaz bıyıklarının uçları, bir parmak uzunluğundaki beyaz sakalının üzerinde inip kalkıyordu, belki de kendi kendine konuşuyordu.

Mimar Ahmet Ağa da sevincini sevdiği her kesle paylaşmak istiyordu. Tevfik Usta ile kısa da olsa bir sohbetleri oldu. Ahmet,
-Tevfik Ustam, bir çocuk beklemek geleceğe sahip olmak gibin bir şey he mi? Yani ki ben artık hep yaşayacam. Benden sonra oğlum, ondan sonrra onun oğlu, sanki Osmanlı Hanedanlığı, bakarsın bin yıl yaşarlar, kim bilir? Tevfik Usta da Ona ikinci çocuklarını beklediklerini anlatmıştı ve
-İkinci çocuk müjdesi alınca adam bir hoş oluyor. Sanki yıllarca Tevfik soyu sürüp gidecek, daha çook coçuğum olacak inşallah. Bence önemli olan, Cenab-Hak herkese sağlıklı çocuk versin. Kız vermiş, erkek vermiş ne fark eder, ikisi de çocuk, evlat işte...canından bir parça...Bu daha da ilginç geldi. Birbirlerini kutlayıp, sağlıklı çocuk dileyerek ayrıldı, işlerine koyuldular.

Ahmet’in derdi Bursa'da ki ailesine bu müjdeyi verebilmekti. İşleri çok yoğundu. Cami ibadete açılmak üzereydi, işi derleyip toparlamaya bakıyorlardı. Bu nedenle kendisi Bursa'ya gidemezdi. En son bir mektupla Onları davet etmeye karar verdi. Ancak bir erkek evladın aile büyüklerine kendi çocuğundan bahsetmesi ayıptı, "çucuğum olacak" gibi ifade kullanmak, çocuğunu alıp gezdirmek, onunla oyun oynamak hoş karşılanmazdı. halk arasında "erkek eşşek sıpasıyla gezmez " derlerdi, gezenlerle de alay ederlerdi.. Ahmet’e bir mektup yazdı,
"sekiz aya kadar gelmelisüz" diye şifreledi. Behiye Hatun bu çağrının torun çağrısı olduğunu şıp diye anladı ve uçtu, tellal oldu mahalleye yaydı. Behiye Hatunun çocuğu olmamıştı ama torun sahibi olacaktı. Torununu kucağına alma mutluluğuna kavuşacaktı. İbrahim Ağa ise torunu olmasını daha farklı algılamıştı. Kendisini daha çok yaşlanmış, dünya hayatının kısaldığını, öbür dünyaya hazırlıklı olması gerektiğine daha çok inanmaya başlamıştı. Henüz kimseyle bu konuda sohbet etmeden tebrik edilmeğe, " Allah torununu hayırlara vesile kılsın " gibi temennilere muhatap olmaya başlamış, hayret etmişti de bunun Behiye Hatunun marifeti olduğunu anlamıştı...

Evlenmek, ev ocak olmak belki basitti. Olgunluk yaşına giren her erkek veya kız bir gün evleniyor, kendiliğinden ev-ocak olunuyordu. Ama çoluk çocuk sahibi olmak ev kurmak, aile kurmaktan farklı bir şeydi. Çocuklar, iki kişinin kurduğu çekirdek ailenin meyvasini teşkil ediyordu. Yani aile ağacı meyveli bir ağaç oluyordu. Ailenin tadı tuzu oluşuyor, bu patırtı, gürültü içinde mutlu bir yaşam sürüp gidiyordu.

Ahmet’in bu coşkulu sevincine rağmen içinde bir mutsuzluk vardı. Mutluluğu düğümlenmiş, kör düğüm olmuş içini sıkıyor, zaman zaman neşesini burkuyordu. Onlar Fahriye Sultan ile birlikte çocuk sahibi olmayı düşlemişlerdi. Hayalleri, rüyaları hayatı hep birlikte yaşamaktı. Olmadı. Allah nasip etmedi. Hayatının meyvesini Yıldızhan Hatun'la paylaşmak zorunda kaldı. " beraber olmasak bile, keşke sağ olaydı..." diye geçirdi içinden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder