1 Aralık 2009 Salı

8.ANADOLU DA YANGIN VAR

Yavuz Sultan Selim zamanında Bozok’lu Celal Bey adında bir sipahi subayı; kendisinin “Mehdi” olduğunu iddia ederek, etrafına adam toplamaya başlamış. İdareden küskün ve haramilik yapmak isteyen bozguncu tayfasını da yanına almış, isyan bayrağını açmıştı. Anadolu’da patlak veren bu isyana Celali isyanı denmişti. Yavuz Sultan Selim Han bu isyanları kan dökerek bastırmıştı.
Bundan sonra meydana gelen ayaklanmaların hepsine “celali” denmeye başlandı. Hatta kimi zaman kimin celali, kimin devletin adamı olduğu bile belli olmuyordu...Kimse celalilere karşı gelemiyordu. Hangi sancağa, hangi çapulcu gidip bir şey istese derhal yerine getirilirdi. Bir takım sancak beyleri celali tarafına geçiyordu. Üç beş altın için insanlar öldürülüyor, eşkiya kar topu gibi günden güne büyüyordu..Anadolu yanıyordu.
Sultan Ahmet Han tahta geçtiğinde, Acemler , Tebrizi geri almış, Şirvana doğru ilerliyordu. Anadoluda da Celali isyanları devam ediyordu. Osmanlı batıda cenk ederken doğu yanıp tutuşuyordu. Iran Şahı Şah Abbas haçlılarla anlaşıp, onları batıdan saldırtmaya ikna etmiş, hatta yardım bile göndermiş, kendisi de doğudan, Anadoluy’a saldığı adamları ile içeriden Osmanlı’yı çökertmeye çalışıyordu.
Ayrıca Anadolu’da köylere kadar yayılan mezhep çatışmaları vardı. Devlet idaresinin bilhassa eyâletlerin, beceriksiz veya kasıtlı insanların eline geçmesi, paranın ayarının bozulması, ekonominin günden güne kötüye gitmesi, kasabaların kadı veya naiblerinin çeşitli nedenlerle halkı bezdirecek kadar ağır vergi toplaması, yeniçeri ve sipahi ocaklarda, savaşlarda alınan yenilgi ve disiplinsizlikten dolayı ocaktan atılan askerler ayaklanıyor yahut asi guruplara katılıyorlardı.
Gidişattan memnun olmayan kaçakların katıldığı şer yuvalarının önemlilerinden biri Karayazıcı Abdülhalim idi, başına topladığı otuz bin kişilik kaçak asker ve eşkıyadan meydana gelen büyük bir kuvvete sahipti.
Karayazıcı Abdulhalim Sivas eyaletine bağlı sancaklardan birinin mütesellimi (sancak beyi vekili) iken. Harp esnasında bunun mütesellimlik ettiği sancak, başka bir sancak beyine verilmiş ve o da oraya kendi mütesellimini göndermişti, fakat Karayazıcı bu mütesellimi kabul etmemiş ve üzerine gelen sancak beyini öldürmüştü.
Karayazıcı üzerine Mehmet Paşa gönderilmiş. Mehmet Paşa Karayazıcının isyanını bastırmak için kendisine Çorum sancak beyliğini vermek istemiş. Bu müsait fırsatı kaçırmak istemeyen Karayazıcı kendisine karşı koyamayacağını anladığı Mehmet Paşa’yı azlettirip ( görevden aldırıp), peşinden Urfa’yı düşürüp hükümdarlığını ilân etmiş. Bir ara Karaman eyaleti muhafızı iken sonradan isyan eden Hasan Paşa’yı da kendisine vezir yapmış. Karayazıcı bundan başka tıpkı Osmanlı pâdişâhlarının kapıkulu teşkilâtı gibi bir maiyyet kuvveti kurarak hükümete küskün olan bir çok azledilmiş asker ve devlet adamını da etrafına toplayıp, kendilerine çeşitli hizmetler vermişti. Bunun üzerine gönderilen Hacı İbrahim Paşa’yı Kayseri civarında bozmuş, sonra Bağdat valisi Vezir Sokulluzade Hasan Paşa serdar tayin olunmuştu. Sokulluzade ile Elbistan taraflarında sabahtan ikindiye kadar yapılan savaşta yenilen Karayazıcı Samsun taraflarına çekilmişti.
Sokulluzade, Karayazıcı’yı takibederek Tokat’a kadar gelmiş ve bu sırada Karayazıcı’nın ölümü sebebiyle “isyan bitti” diyerek işi gevşetmişti. Karayazıcı’nın yerine geçen kardeşi Deli Hasan, biraderinin maiyyetindeki asilerden kethüda Şahverdi, Yularkaptı, Tavil Ahmet gibi şahıslarla Sokulluzade Hasan Paşa’yı Tokat’ta, muhasara edip, serdarı sıkıştırmaya başlamışlardı. Sokulluzade Hasan Paşa, gerekli kuvveti toplayamadığı için kaleye sıkışmıştı. Deli Hasan'ın eşkıyaları şehri zaptederek, Hasan Paşa'nın "Cennet bağı" diye adlandırdığı bahçeyi talan etti ve kaleyi kuşattılar. Sokulluzade Serdar Hasan Paşa, kale önündeki çarpışmada şehit oldu.
Anadolu vilayetlerini yağmaya girişen Deli Hasan ve adamlarının üzerine, Şam, Halep ve Maraş kuvvetleriyle Diyarbakır valisi Hüsrev Paşa yollandıysa da disiplin sağlanamamıştı. Bir kısım halk işlerini, çift ve çubuğunu bırakarak şehirlerdeki mühim kalelere sığınmış, bazıları da İstanbul’a dökülüp perişan hallerini yetkililere anlatmışlardı. Bir süre sonra Deli Hasan, kethüdası Şahverdi'yi İstanbul'a göndererek af diledi. Aracılık yapan Yeniçeri ocağından Tornacıbaşı Hüseyin Ağanın ricası üzerine, Avusturya harbi ile meşgul olan hükümet Anadolu’yu halledemiyeceğini düşünerek Deli Hasan işini tatlıya bağlamak istemiş ve Yemişçi Hasan Paşa’nın Veziri Azamlığı zamanında Deli Hasan’a Bosna beylerbeyliği ve maiyyetindeki elebaşılara sancak beyliği ve kapıkulu süvariliği verilerek soygunculuğuna göz yumulup, zorla Avsturya seferine gönderilmişti. Bu gelişmelerden sonra da rahat durmayan Deli Hasan birçok yolsuzluk yaptı ve huzursuzluk yarattı. Bosna beylerbeyliğinden alınarak Timişora beylerbeyliğine atandı. İki yıl kadar kaldığı bu görev sırasında da olumsuz davranışlar sergileyen Deli Hasan, Gazi Hasan Paşa tarafından nezarete alındı ve şer'an katline ilişkin fetva gelince idam edildi (1606).
Celâlî Deli Hasan’ın beylerbeyi olarak Rumeli tarafına geçirilmesi isyanın sona ermesi demek değildi; zira Karaman ve Anadolu eyaletlerinde Tavil Ahmet, Saçlı ve Sekban Refik gibi celâlîler faaliyetlerine devam ediyorlardı. Bunlardan Tavil Ahmet ile Refik sekbanlıktan yetişmişlerdi. Yeniçeri ocağından sekbanlığa seçilmiş, orduda üstün başarı göstermişler, ancak kötü yönetim sonucu celeli olmuşlardı. Sekban Refik Sancak beylerinin, Ağaların ve halkı soyup soğana çeviren düzenbazların peşindeydi, haksızlıkyapanların korkulu rüyasıydı.Refik'e
-fakirin Refik'i (refik, arkadaş demek) diye darb-ı mesel haline gelmişti .
Sultan Ahmet Han Anadolu’nun yangın yerine dönmesinden çok huzursuz oluyor, günlerce aştan ekmekten kesiliyordu. Cağla oğlu Sinan Paşa’yı Anadolu serdarı olarak tayin etti. Sinan Paşa tebrizi kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, kış geldi bastırdı. Hem düşmanla, hem de kar tipi, soğukla savaşıp, askeri soğuktan kırmamak için kuşatmayı bırakıp, Van’a çekildi. Acemler bunu fırsat bilerek Şirvan’ı ve Van’ı işgal etti. Sinan Paşa Erzurum’a çekildi, dağıttığı askeri toparlayıp, Van’ı kurtardı. Celalilik yapan Canbulatoğlu Hüseyin Paşa’yı yakalayıp idam ettirdi. Bu idamın haksız yere yapıldığı gerekcesi ile güneydoğuda, Lübnan’da, Suriye’de de isyanlar başladı, oralar da celali olmuştu. Sinan paşa kahrından öldü...
Bu hadise üzerine Hüseyin Paşa’nın kardeşi Ali Paşa ile Hızır Bey, Hüseyin Paşa’nın maiyeti olan otuz bin kişi ile isyan ettiler.
Şam Trablusunu ve Humus taraflarını baskı ve yönetimi altına alan Canboladoğlu Ali Paşa, bağımsızlığını ilân etti, askerini Osmanlı ordusu gibi tertip ettirdi; atlı ve yaya iki sınıf sekban askeri vücuda getirip yaya sekbanları yeniçeri gibi altmış iki bölüğe ayırarak her birine bir çorbacı yani bölük komutanı tayin etti; bunlara maaş olarak başlangıçta üçer akçe verip giderek yevmiyeleri sekiz akçeye kadar çıkardı; üç ayda bir postal, koyun akçası ve cephane dağıttı; yaya kuvveti on altı bin kadar olup süvarisi dahi Osmanlıların kapıkulu süvarisi tarzında altı bölüktü. Bunların mevcudu da on sekiz bin idi. Canboladoğlu bundan başka adına hutbe okutup para bastırdı; hatta Toskana hükümdarı olup Kanije’de Tiryaki Hasan Paşa’dan önemli bir tokat yemiş olan Arşidük Ferdinand ile bir anlaşma yapmış ve diğer devletlerle ilişkiye girmeye başlamıştı.
Varvar Ali Paşa Tokat ve Sivas sancağı sahibi idi. Has Haremde yetişmiş, Bosna asıllı, savaşlarda çok yararlıklar göstermiş bir paşa idi. Kendisine paye olarak sancak verilmişti. Tokat ve çevresinde sevilen, sayılan, hayrat ve hasenatta bulunan, cami, hamam medrese ve daha bir çok imaret sahibi idi. Saf, hile ve dolaptan uzak ama, dolduruşa çok gelirmiş. Elde dokuduklari şayaklar, yünlü şalvarlar, kalın kıllı başlıklar, keçeleşmiş hırkalar giyermiş. Kafası bozulunca insanları kırbaşçlattırırmış. Uzun suratlı, kurt çeneli, suratının çoğunu kaplayan post bıyıklarıyla gerçek insan azman gibiymiş. Iyi niyetli olduğu için her teklife de açıkmış. Anadoluda ki celalileri tepelemek için gönderilmişti. Görevini ihmal ettiği için, padişah tarafından Sivas sancağı elinden alınmıştı. Devlete fena kızmıştı. Kötü niyetli kişiler böyle makam, mansıp ve güç sahibi adamları bulup, onların sırtndan çıkar sağlamak için celali olmalarını teşvik ediyorlardı. Varvar’a,
-Senin gibi yiğit bir paşadan verilen sancak alınır mı, şerefin iki paralık edildi. Gene de paye, tuğ , sancak sahibisin, sen de bir beysin, niye kulluk idersin... diye aklına girmiş, çizgiden çıkarmış, celali etmişlerdi...
Erzurum sancağında bulunan Mehmet paşaya padişahın mektubu humayunu gelmişti “sen ki vezirim Mehmet paşasun. Acemin isyanını (Iranın) bastırasun diye seni eyaletin askeri ile Revana yürümeye memur etmiştüm. Agur hareket edüp, gitmekte ihmal göstermişsün. Gerekür ki ; yüce emrim vardıkta, bir an durmayup, arpaluk olarak sana ihsan eylediğüm Kars eyaletine gidesün. Ol sınırlaru koruyasun, yüce alametime itimat kılasun..” Mehmet paşa Kars’ın geliri az diye, bu emre uymayıp, celali olmaya karar vermişti.
Bunu duyan Varvar, celali heveslisi Mehmet paşa’ya şu mektubu gönderdi; ” Oğlum, Mehmet paşa, bizi Sivas sancağından azlettiler. Istanbuldan bütün vezirlerden ve ileri gelenlerden mektuplar aldum. Bizi Istanbula bekler oldular. Ben de büyük bir ordu ile Istanbula yürümek üzereyüm. Yanımda Çavuşoğlu Mehmet paşa oğlum, Ibşir paşa oğlum, Şehsuvaroğlu Gazi paşa oğlum, Küçük Çavuş oğlum, sözün kısası üç vezir, yedi beylerbeyi, on bir sancak beyi ile ordu toplayup oraya varulacak. Eğer sen de başını kurtarmak istiyorsan Tokat kalesi altında buluşalum. Beraber Istanbula gidelüm. Gözlerinden öperim..”
Mehmet paşa şu mektubu göndererek Varvar'a yanaştı,
- Siyavuş ağa ile; Tanrı dilerse seninle Istanbul tarafına gitmek üzere karar verdük..
Kaderin kahpeliğine bakın ki, daha yanyana gelmeden, Ibşir paşa Varvar Ali paşa’ya
-bir dost olarak seninle kader birliği edip, sana katılmaya geliyorum deyip, kendi otağında esir alıp, Varvar Ali Paşanın halkın sırtından gasbettiği malını ve canını aldı...Mehmet paşa da Ibşir paşanın peşine düştü, hesaplaşamadan Murat Paşa’ın kuvvetleri Hızır gibi yetişip, iksinin de cezasını verdi.

Çamlıbeli tutan Celali Kılbıyık Ağa Tokat Sivas sancakları arasını haraca bağlamıştı. Varvar Ali paşanın adamı idi. Soğuk bir kış gunu, kar yolları kapatmış, insanlar evlerine kapanmışlardı. Yolda izde ne adam, ne de hayvana raslanmıyordu. Dağ eşkiyası celaliler açlıktan kıvranmaya, soğuktan donmaya hatta kırılmaya başlamışlardı. Canlarının derdine düşüp, Çamlıbelden inmeye karar verdiler. Bir yandan kolluk kuvvetlerinin kucağına düşmekten, bir yandan da kar, tipi, soğuktan yılarak barınacak yer, ısınacak bir ocak başı arama telaşındaydılar. Akşamın geceye döndüğü karanlıkta, bir iki metrelik kara bata çıka, karı sökerek yürüdüler, Artova ya indiler. Sağda solda bir köy, bir mezra ararken, uzaktan duydukları köpek sesleri cankurtaran oldu. Sese doğru yöneldiler, hızlandılar, damlardan tüten tezek kokuları ile içleri ısınmaya başaldı.
Nihayet Kızılca diye bir köye ulaştılar, bir avlunun kapısı önünde kırk kişilik celali sürüsü durdu.Kılbıyık Ağa:
-hane sahibi aç kapuyu çabuk ol..diye buz gibi üşümüş bir sesle haykırdı. Kapı açılmadı. Bir nara daha attı.
-bre heyyy bu bir baskındur...kapunuzu başunuza yıkarum, tiz açasuz...bize hoş davranasuz da size bir kötülüğümüz dokanmasun..az sonra başında tiftik takke, sırtında şaldan dikilmiş kaftan, elli yaşlarında incecik dal gibi zayıf, kuru suratlı bir köylü, elindeki kandilin ışığı sönecek kadar titreyerek kapıyı açtı, çenesi birbirine vuruyor, zor konuşuyordu :
-oğullar...beyler, evimi barkımı harap etmeyin, bize baskın vermeyin...bizim kime kimseye bir zararımız yoktur.. diyebildi. Kılbıyık ,
-bre adem görmez misin karnımız aç, sırtımız ıslak, ayaklarımız buz tuttu...daha ne tutarsın bizi kapıda..adın ne senin ?
-ben Abdullah, bana Abuş derler...Kılbıyık adamlarına “at in” komutu verdi. Önce kendisi atından indi, çıplak atından. Sonra ötekiler.
Başında börkü, boynunda poşu, sırtında asker kaputu, ayaklarında dolakların üzerine çekilmiş, ayak parmakları dışarı çıkacak kadar eskimiş çizmeleri vardı. Adamlarının üstü başı dökülüyordu, çoğunun ayaklarında manda gönünden çarıklar, sırtlarında ne buldularsa sarılıp sarmalandıkları eski atkı, çepken, kaputlar, başlarına da türlü çeşit şeyler bağlamışlardı, bazılarında kabalak, bir çoklarında da bez parçaları vardı. Ne adama, ne savaşçıya ne de başka bir şeye benziyorlardı. Hepsi çıplak ata biniyrolardı ve yalın kılıçtılar. Adamlar ev sabini çiğneyerek içeri daldılar.
Abuş,
-ben fakir bir adamım, bu kadar adamı ağırlayamam diye sızlandı.. Kılbıyık,
-sen ağırlayabileceğin kadar adam al, kalanları öteki hanelere götür dağıt dedi.
O gece Abuş celalileri üçer beşer hanelere dağıttı. Hepsi sıcak çorba içti, sıcak ve rahat bir damda yatmanın keyfini çıkardılar... hatta bazıları belki de alışkın oldukları şekilde kendisine hanesini açan zavallı köylülerin kızlarına, karılarına tecavüze bile yeltenme densizligini gösterdiler. Sabah oldu, her celali, elinde, sırtında, kucağınhda tavuk, koyun, elbise, ayakkabı, ekmek, un, köylünün canından başka neyi varsa almış olarak geldi toplandılar..Kılbıyık:
- Abuş ağa, iki koyun kes at terkiye. Iki çuval un, biraz yağ, biraz peynir, yiyecek ne varsa koy...ellerini oğuşturup, boynunu büken Abuş :
-ağam ben fakir bir köylüyüm, olup olacağı çoluk çocuğumun rızkı, nafakası bunlar, bu kışta kıyamette bunları benden almayın, bizi aç komayın...
-yıkın bu köpeği aklı başına gelsin, bize direnmenin ne olduğunu öğrensin..çoluk çocuğunun nafakası imiş, ulan biz dışkı mı yiyeceğiz..bizim nafakamızı kim verece

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder