1 Aralık 2009 Salı

29.ÇİNİNİN OCAĞI

Tevfik’le Gülnaz, beş yıl önce bir gece vakti hırsız gibi iki kişi olarak kaçtıkları İznik’e üç kişi giriyorlardı.Yanlarında Aybike vardı.Tevfik’in İznik’teki adresi değişecekti. Biraz burukta olsa arabacıya Yakup Usta’nın evini tarif etti. Araba Gülnaz’ların kapısının önünde durdu. Sokaklar sakin ve ıssızdı. Eve gelene kadar kimselere rastlamadılar. Önce Gülnaz arabadan atlayıp, Aybike’yi kucakladı, indirdi, elinden tuttu kapıyı çalmaya başladı, hızlı hızlı…alacaklı gibi. Kapı açılmayacak diye tekrar çalmak üzereydi ki Esma Hatun’la göz göze geldiler. Esma Hatun karşısında kimi bulacağını tahmin etmiyordu, Gülnaz’ı görünce gözlerine inanamadı, donmuş gibi kaldı. Gülnaz anasını bekliyordu boynuna sarılmak için, öyle hızlı atladı ki anasının üstüne, sırtları kapıya dayanmasa üst üste düşeceklerdi. Annesinin arkasında şaşkın şaşkın bekleyen Aybike’yi kucaklayıp anasına uzattı,
-aha torunu aybike, dedi. Az sonra Tevfik’te arabadan indi, O da Esma Hatun’un elini öptü, hep birlikte içeri girdiler. Hal hatır sorulmuş, sohbete girilmişti. Gelenler çok neşeliydi, Esma Hatun donuk ve sessizdi. Bu donukluğu Tevik Gülnaz’ı kaçırmış olmasına veriyor, üstüne gitmek istemiyordu, ama Gülnaz rahatsız olmuştu.
-ana bakarım da, bizi gördüğüne sevinmezsin, barim kızımız Aybike’ye sevin.
-o nasıl söz güzel kızım, siz bi yana şu sudan duru torunumu dünya gözüynen gördüm ya, bu bana… adı da ne güzelmiş…Aybike, talihin de adın gibin eyi olur inşallah.
Tevfik, Yakup Usta’yı sordu. Esma Hatun cevap verip vermemekte tereddüt edince Gülnaz,
-ana, atam nasıl, bizi duymaz mısın? diye sordu. Esma Hatun daha dayanamadı, hıçkırmaya başladı, Torununa sarılıp, hıçkırıklardan ne dediği belli olmayan sözler söyleyerek içini döküyordu.
-keşke deden de seni kucaklayabilseydi yavrum. Ciğerim yanar…evimin direği, dünya ahret erim gitti. Bizi yetim kodu da gitti yavrum…gitti…eyi ki siz geldiz, biraz belkim şenlik olur…
Meseleyi anlayan Gülnaz’ın yüreği dayana bilir mi babasının ölümüne? O da hem ağlıyor, hem konuşuyordu. Aybike de korktu, O da ağlamaya başladı. Tevfik suçlu, ve üzgün duruyordu. Konuyu değiştirmek için,
-başımız sağ olsun, sizler sağ olun. Allah günahlarını affetsin. Herkes “amin” dedi. Tevfik konşmaya devam etti,
-Ahmet Can nasıldır? diye sordu
Esma Hatun Anlatmaya başlayacaktı ki odaya Gülnar girdi. Kucağında cici bir bebekle.
Tevfik’in gözleri Gülnar’a, Gülnar’ın ki de Tevfik’e çakılı kaldı. Gülnar ile Ahmet Can’ın evlenmiş olduklarını Esma Hatun söyledi,
-Allah’ıma şükürler olsun ki hep üzücü haberler yok, güzel haberler de var. Ahmet Can’la evlendirdik Gülnar’ı. Güzelce bir de oğulları oldu. Dedesi Yakup’um da kucağına alabildi torununu.
Gülnar Tevfik’e,
-hoş gelmişiz, derken
Gülnaz Gülnara da sarıldı. Hem arkadaşı, hem de ağası’nın karısı olarak özlemle bastı bağrına. Artık ağlamıyordu kimse. Beş yılda, bir ömür boyu yaşanmayacak kadar acı tatlı olaylar olmuştu. Başka ca bir şey sormadılar, şimdilik olanlarla yetinmeyi yeğlediler, belki de daha acı haberlere dayanamıyacaklardı.
Esma Hatun biraz da siz anlatın, siz de ne var ne yok başkaca? Diye sordu. Gülnaz’la Tevfik göz göze geldi, Tevfik,
-biz de, Padişah’ımız Sultan Ahmet Han’ın yeni yapılan camisinin çinilerini sipariş itmeğe geldük. İznik’teki bütün fırınlara iş virürüm. Gülnar meraklandı,
-her bi şeyi sen mi virecen. Çok mu çini yaptıracan,
-çok çini Gülnar, yirmi bir bin çini…beş altı ay bütün fırınlar ancak yapar.
Esma Hatun Zehra Hala’yı sordu. Gülnaz,
-O da bizimle gelecekti, Fahriye Sultanım “git” dedi de O, Sultanım’ı yalnız bırakmak istemedi. Hepinize çok çok selam yolladı. Ağa’mın da ellerinden öperim demişti. Artık Ağa’sı yok, diyip tekrar ağlamaya başladı.
-ölümü benim yüzümden oldu, bilirim. Siz demesez de ben bilirim. Buralardan kaçıp gitmeme dayanamadı, bilirim gururlu atam, kızının evden çıkmasını gururuna yediremedi. Beni bağışla anam, sen barim bağışla da içim biraz olsun rahatlasın.
-kendine haksızlık idersin güzel kızım. Sen iyi ettin. Atan gitmeni kendine yediremedi, doğru. Amma sen iyi ki gittin, Tevfik gibi aklı başında, pırık pırıl bir kocan oldu. Benim içim rahattır sen üzülme.
Gülnar yoldan geldiz, karnınız acıkmıştır. Ahmet Can da birazdan gelir diyip, yere örtüyü serip sofra hazırlamaya başladı. Esma Hatun da kalktı, gelinine yardım ediyordu. Gülnaz anasına,
-anam, canım anam, gayri biz varık, işlere biz bakarık. Senin oturmaklığın gerekir, diyip anasını kucaklayıp, divana oturtup, kendisi sofra ile meşgul olmaya başladı.

-Selamın aleyküm ev halkı…bu Ahmet Can’dı. Eve girerken böyle yüksek sesle selam verirdi. Böylece hem geldiğini haber verir, hemde selamlaşmış olurdu. Bunu hep yapardı. Misafirleri gördü,
-vay…bakın hele kimler gelmiş…ahah bu da kim? ..
Tevfik ilk ayağı kalkıp, kucaklaştı. Hasret dolu iki genç adamın birbirine kenetleşmesi görülmeğe değerdi. Birbirlerini yokluyor, kokluyor, bir türlü kopmuyorlardı, evdekilerde işlerini bırakmış, Onlar’ın seyrine dalmışlardı. İkisi de olgunlaşmış, ikisi de birbirini özlemiş, iki dost, iki candı. Başucunda bekleyen Gülnaz’ı daha fazla bekletmemek için, Tevfik’i bıakıp, Gülnaz’a sarıldı,
-bacım, yad ellerde garip kalan bacım, diyerek, O’nu da hem kokluyor, hem Yakup Usta’nın emaneti gibi sahipleniyordu. Gülnaz’ı bırakıp, anasının kucağına taht kurmuş, olup biteni ürkek ürkek seyreden Aybike’yi aldı kucağına,
-bu da yeğenim he mi? Adı ne bu cici kızın?? Gülnaz,
-Aybike, Ağam…dedi.
-Aybike mi? Ne güzel adın var senin…sen Ömercik’i gördün mü cici yeğenim? diye kendisinin de bir oğlu olduğunu haber verir gibi. Esma Hatun,
-gördü gördü. Şimdi yol yorgunu. Yarın bak nasıl oynaşacaklar yavrularım. Hadi sofrayı bekletmeyin, diyip hep birlikte yemeğe otuturdular.
Ölenle ölünmüyordu. Yemekte oldukça neşeliydiler. Tevfik’i en çok sevindiren Gülnar’ın bu güzel haneye gelin olmuş olmasıydı. Ara sıra Gülnar’a gözü takılıyor, aklı ta çocukluk yıllarına gidiyordu. Tevfik Gülnar’la beraber büyümüştü aynı evde. Ayçiçek Hatun anası, Rahman Usta babası, Gül Yusuf ta kardaşı gibiydi. Ahmet Can, Tevfik’le sohbeti koyulaştırıyor, olup biteni bir solukta anlatmak istiyordu. Tevfik’e İstanbul’u sordu.
Tevfik,
-Ora bir başka alem Ahmet Can. Kimse kimseyi tanımaz. İnsan yığını sankim. Her yerden adem gelmiş, oraya, orada bir iş görür. Karıca yuvası misali. İnsanlar gider, gelir…şamata, gürültü, her bi şey var. Dağlara kadar ev yapmışlar, evlerin içini adem doldurmuşlar. Merakla dinleyen Ahmet Can,
-kimse kimseye tanışlık vermez mi orada, diye sordu. Tevfk,
tanımazzın ki tanışlık veresün. Kimdür, nereden gelmişdür, ne iş yapar...heç bilemezsün.
-Padişahımız da orada yaşar. Sultan Ahmet Han. Cuma selamlığında, Süleymaniye camisine giderdi, iki sefer görmüşlüğüm vardur. O koca padişah varya, gencecik bir oğlan. Amma çok heybeti... çok akıllı, çok ta güçlüymüş.
-deme yav , sen ne çok şey görmüşün?
Tevfik biraz da böbürlenerek,
-Bir yeni cami yaptırır, işte o koca caminin çinilerini sipariş etmeğe gelmişim.
-sahi mi dersin hemi Tevfik? Sen mi sipariş verirsin?
-he ya, ben sipariş veririm. Zaten ben orada çalışırım. Mimar başı çini işine beni yolladı. İznik’teki bütün fırınlara iş var. Sen de yardım idersün ikimiz virerik, ikimüz.
Esma Hatun Gülnaz’a, Zehra Hala’nın Sultan’ını sordu. Gülnaz,
-Fahriye Sultan’ımız. Biz de onun konağında kalırık. Sultan’ımız padişahımızın halasıdır. Konağı vardır, İznik’in yarısı kadardır. İçinde seyisleri vardır, bakıcıları, bahçeye bakanlar, hamama bakanlar, ev işlerini görenler…bir dolu insan çalışır orada.
-Rahmetli pederim ağam Yakup Usta da öyle annatmışdı. Sizi de korumasına almışmış.
-he ana. Aybike’nin adını da O kodu. Aybike’siz yatamaz. Aybike O’nun kızı, beni “ana” bilmez yavrucak. Gülnar itiraz eder,
-o nasıl şey öyle, senin çocuğuna nasıl sahiplenir? Deli mi ne?
Gülnaz tebessüm ederek ortamı yumuşatır,
-öyle değil Gülnar bacım, Aybike bizim kızımız da, O çok sever, bize bırakmaz. Her bişeynen O uğraşır, neydek sever helbet, sevsin. Biz de Sultanımızı çok severiz. Sen O’nun gibin bir kadın heç görmedin. O hanedan kızı.
Gülnar,
-haneden ne demek bacım,
-padişahlık soyu,
Yemek faslı bitti. Sofradan kalkındı, kahveleri Gülnar yaptı, Gülnaz sundu.
Ahmet Can Tevfik’le birlikte çini arastasına gitmek üzere dışarı çıktılar. Ahmet Can, İyi niyetli, dürüst, Tevfik’i sever, Ona saygı duyardı. Hanesine misafir olmasından da çok memnun kalmıştı. Şom ağızların, “bacısını kaçıran adamla kol kola vermiş” demelerine aldırmayacaktı. Tevfik’te Ahmet Can’dan farklı düşünmüyordu.
Arasta da Gül Yusuf’la karşılaştı. Yusuf Tevfik’i ta karşıdan seçmiş, O’na doğru koşmuş, daha kimse ağzını açamadan O, Tevfik’in boynuna sarılmış,
-biliyordum….geleceğini biliyordum…Tevfik bizi unutamaz diyordum. Bak işte geldin.
Benim dünya ahret kardaşım…Tevfik’im.
Tevfik’te,

-sizi unutmak ne mümkün…sen benim çocukluğumun, delikanlılığımın hatırasısın, benim an ılarım burada gömülüdür, Yusufum benim, sizi nasıl unuturum?
- Nasılsın, ne var ne yok nerelerdesin, neler yaparsın hele bir bir anlata dinleyek.
Tevfik her şeyi bir bir anlatıyor, arastadakiler de dinliyordu.
-Sultan camisinin çinilerini sipariş e meğe geldim dedi. Çini siparişi duyulunca, Tevfik’i sevenler mutlu oldu, sevmeyenler hasetlerinden çatladı.

Tevfik Yusuf’a,

-Yusuf, Rahman Usta’m nerededir, gidip elini öpem…çok özledim koca ustamı.
Olumsuz cevap vermeye bayılan, yalaka çırak, Manço; daha kalfa bile olamaıştı, Tevfik’in sorusuna cevabı yapıştırdı,
-Rahman Usta öldü. Yakup Usta da öldü. Niye öldüler dersen, gerçeği Allah bilir, biz helbet bilemezik. Rivayet çok…
Tevfik Rahman Usta’nın ölümüne dayanamadı, ölümünü duyar duymaz gözlerinden iki damla yaşın akmasına da mani olamadı…babası ölmüş gibi içi yandı.
Gül Yusuf söze girdi,
-neylersin, yaşlandı atalarımız, biz geldik kaç yaşına? Herkes yaşlanacak, bir gün gelip ölecek…atam Rahman Usta’m gibin. Bu Manço’ya cevaptı, Rahman Usta ‘ın “niye öldü….” ğünü anlatmak içindi.
Tevfik, üzüntülü, akıllı ve inançlı bir tavırla,
-“her nefis ölümü tadıcıdır” buyurur kitabımız. Herkes zamanı geldiğinde ölecek. Hemi de ölmek, yok olmak , son bulmak değil ki, sonu olmayan, yeni bir hayatın başlangıcı olduğuna iman etmişizdir. Ben Usta’mı, son bi kere görüp helallik alamadığıma yanarım. Allah Rahmet eylesin, amin… Manço’yu azarlamak için,
-ne zamandan beri çıraklar arastaya girer olmuşlar, ustalar hele bi deyin… ben gideli ne çok şey değişmiş? Biz çırak ken bu arastanın semtinden bile geçemezdik, ustalarımız görürürse dünyayı başımıza yıkardı…
Arasta da oturan ustalar Manço’ya dik dik bakmaya başlamışlar, Manço bakışlardan rahatsız olmuş, arastayı terk etmişti.
Tevfik, Yusufu kenara çekmiş, Yusufun İznikten ayrılırken Tevfik’e verdiği küçük para çıkınını Yusufun cebine koymyuştu, Yusufun direnişine rağmen .
Tevfik’in fırınlara çini sipariş edeceği duyulmuştu. Geldiğinin ertesi günü Lonca’yı tolaplattı. Yiğit Başı (Lonca başkanı) Yakup Usta ölmüş, yerine Kara Arif Usta seçilmişti. Arif Usta Tevfik’ten pek haz etmezdi.. Devşirme olmasını mı, oğlu Kasım’ın sıkı bir rakibi olarak her seferinde malup etmesini mi, en son oğluna alacağı kızı kaçırmış olmasını mı, daha sayacağı hangi nedenden den ise, haz etmiyordu işte. Ama gene de, ellerinde yetişen çini kalfası olması, misafir sayılması ve eğer duydukları doğru ise yüklüce çini siparişi verecek olmasından dolayı Loncayı toplamış, Lonca Yiğit Başı olarak Tevfik’e,
-Tevfik oğlumuz hoş gelmişiz, loncamızın değerli azalaruna diyeceğin bir arzu halin mi vardur? Söz sendedür.
Tevfik,
-Çok muhterem büyüklerim, Ustalarım, şorada kalfalık törenimim yapıldığı gün, dün gibin aklımdadur. Şorada oturan Yiğit Başumauz Yakup Ustam ölmüştür, atam kadar yakın, Rahman Ustam da Allah’ın cömert rahmetine kavuşmuşlardur. Cümlemize “Baş Sağlığu” dilerim. Her şeye rağmen beni bağruna basan siz Ustalaruma teşekkür iderken, yüce padişahımuz, Ahmet Han Hazretleri’nün inşa ettirdiğü Sultan Camii içün çini siparişü vermek üzere gelmişüm. Yapılacak olan örnekler ve şekiller, ben ve mimar başumuz Sedefkar Mehmet Ağa’m tarafından tesbit idilmiştür. Bunları Loncamıza verecem ve de gice gündüz demeden büyük bir gayretle yapulacakdur. Her bir çinü içün ne fiyat istersüz, oturup konuşacaksuz, ben de ücretlerinü alın terinüz kurumadan Loncamuza ödeyim vesselam, dyip konuşmasını kesti.
Yiğit Başı Arif usta,
-Tevfik oğlumuz’un dediklerini duyduz, ne dersüz?
Lonca Üyeleri,
-kabulümüzdür.
Yiğit Başı Arif Usta,
-beher çininin raici yirmi akçedür, ancak biz Tevfik oğlumuzun yüksek hatıru içün beher çiniyü onsekiz akçeye yapalum diye teklif iderün, ne dersüz?
Lonca Üyeleri,
-kabulümüzdür, diyerek fiyat biçilmişti.
Tekrar Tevfik söz aldı ve,
-ben sabah namazdan sonra fırunlara gelür, siparişlerei virürüm.
Yiğit başı, başka konuşulacak mevzu olmadığı için toplantıyı kapattı.
Lonca toplantısından çıkan eski ustalar Tevfik’e başarı dileklerini ileterek ayrıldılar. Yeni ustalar Tevfik’in etrafını sarmış, hem sohbet, hem de iş icabı konuşmalarına devam ediyorlardı. Ahmet Can işin sahibi ve Tevfik’in kardeşi gibi etkindi. Yusuf biraz daha gerilere düşmüştü sanki. Bunu Tevfik’te fark etmiş, Yusufu küstürmemek ve çinicilikte ki büyük becerisini öne geçirmek için büyük kompozisyonları daha çok Yusuf’la konuşmaya gayret gösteriyordu. Ustalar fırınlarına dağılırken, Tevfik, Ahmet Can ve Yusuf’ta Rahman Ustan’ın emektar fırınına doğru yollandılar. Tevfik fırında, İş dağılımı yapılan tezgahın üzerine serdiği projeden, işin en görkemli ve hacimli kısmı olan mavi laleleri Yusuf’a tarif ederek onları yapmasını istedi. İşi can kulağıyla dinleyen Gül Yusuf, -bu kadar ağur yükün altından kalkabilir miyim Tevfik? Bu biraz fazla oldu, bu işi ikiye üçe pay etsek mi? Diye itiraz edecek oldu, ama Tevfik aynı düşüncede değildi, ve
-ben ne güne dururum Yusuf’um… Zaten iki kişilüktür bu iş. Sen ve ben hallederik İnşa Allah..dedi, Ahmet ‘e döndü,
-Ahmet Can, biz varup öteki fırunlara gidek, onlara da işlerinü verek, vakit nakittür, boşa harcayacak bi dakkamuz yoktur.
Ahmet Can’la Tevfik öteki çini fırınlarını dolaştılar, hepsine kapasiteleri kadar iş verdiler. Bu konuda adil olmaya özen gösterdiler ve süre koydular. Hemen işe başlamalarını tembihledi, Lonca’ya döndüler.
İznik’te bütün fırınlar Sultan Camii’nin asırlara meydan okuyacak olan çinilerini yapmaya başlamıştı. Ustası, kalfası, erkeği kadını ile bütün İznik Tevfik’i konuşuyor olmuştu. Bir zamanların “dönme, devşirme” si olan Tevfik Kalfa, günün en büyük ustası, ve İznik’in eniştesi oluvermişti. Herkesin evine Tevfik sayesinde para girmeye başlamıştı. insanlar Tevfik’in elinden rızıklannıyorlardı. Fırınlar harıl harıl çalışmaya başlamış, işler hızla ilerliyordu. Tevfik’te her gün, her fırına uğruyor, işleri gözetliyor, en küçük bir hatayı, bir renk sapmasını, motiflerin bozulmamasını tembihliyordu. Günler ayları kovalıyor, iş şekilleniyordu.
Bir gün Tevfik İdris Usta’nın çini fırının önünde çinilerdeki boya hatalarını görmüş, Gül Yusuf, Ahmet Can ile birlikte Yumuk İdris’i karşısına almış, sebebini tartışıyorlardı.
Yumuk,
-biz bilemeyiz Tevfik Ustam. Biz senin kadar akıllı değiliz. Biz senin gibi bakamayız, yahut bakınca göremeyiz.
Tevfik İdris’in bu yaklaşımına ,
-Kendini başkaları ile karşılaştırma. Kendini küçümseme. İnsan yalnız da olsa mümkün olan her şeyi görebilir, yapabilir. Allah insana sınır koymaz. Biz aklımızla kendimizi sınırlarız. Evrenin en vageçilmez varlığı insandır..
Özellikle İdris’e sorar,
-İdris Usta, sen kendini hiç tanıdın mı? Bunun için hiç uğraş verdin mü?
-Her kes kendini bilir bencileyin. Ben kimin oğluyum, neyim bilirim.
-kendini tanımak bu değil dür. Kendinü tanımak yeteneğinü bilmek, gücünü bilmek,
-Allah herkeşe böyle şeyler vermemiş ki, Allah herkeşi eşit yaratmamış ki, biz her şeyden korkarız,. Sen bizden farklısın, Allah sana her şeyi vermiş, sen Allah’ın sevdiği kulusun.
Diye nankörlük ediyordu ki Tevfik sözünü kesip,
-yoo haksızluk edersüz. Yaratıcımız bizü karşılıksuz bir sevgi ile sever...
Yumuk İdris’te Tevfik’in sözünü kesip,
-Sen bundan içün mü Gülnaz’ı kapıp kaçırdın, götürdün Bursa’lara, oradan da ta İstanbul’lara…
Tevfik kızmış, biraz da bozulmuştu,
-İdris görürüm ki sen hala olduğun yerde sayarsın. İçinin karası işine de yansımışdur. Eminim ki ölene kadar da böyle devam idersün…ne diyem sana?
Seni adam yerine koyup muhatap olmak gibin bi hata işledüm.
Senün bir suçun olmamıştur.
İnsanlara taşıyacaklaru kadar yük yurmalu, başkaca diyeceğüm yoktur vesselam, dedi, arkadaişları ile oradan ayrıldılar.
Tevfik çinilerin sır tabakası ve desenlerin renklerinin oluşmasına daha çok özen gösteriyor, her fırını ve her işçiliği titizlikle gözetliyor, kalite kontrolü yapılmadan üretilmesine izin vermiyordu. Üretilen çinileri büyük bir itina ile paketletiyor,
-Sizi görem ustalar, her bir sandığa hangi örneğin kaçıncı çinisü olduğunu yazasuz…aman ha ihmal etmeyesüz”, diye sıkı sıkı tembih ediyordu. Ustalar da bizzat bu işin başında durup sandıkları dolduruyorlardı. Sandık sandık çiniler dağ gibi yığılıyordu fırınların serin anbarlarına. Altı ayda Sultan camiinin çinileri neredeyse bitirilmişti.
Tevfik, Sedefkâr Ağa’ya haber saldı,
-iş tamam, mal taşunsun mu? diye.
Sedefkâr gelen haberciye inanamadı, hayretini söylemeden edemedi,

-Tevfik Usta bizim çinilerü boyacı küpünden mi çıkartur, bu ne çabukluktur ki ben bir seneye yetişse eydür deyin düşünürdüm…görürüm ki altu ay dolmadan tamamlamiştur. Allah gayretinü artursun.. diyip, Tevfik’in hızına yetişmek için derhal arabaları hazırlatmaya başladı.
Tevfik Usta çalışanların haklarını eksiksiz ödedi. Atları yemledi. Gelen at arabalarına çini sandıklarını motif ve desenlerine göre yükletti. Gülnaz’ı, Aybike’yi de aldı, Esma Hatun kızından ayrılığa alışmıştı da torunu, tavşan kız Aybike’nin ayrılığına dayanabileceğine inanamıyordu.
-bu yumurcağı bana bıraksaz dünyada başkaca bir şey istemem, dedi ciddi ciddi. Ana yüreği dayanabilir mi kuzusundan ayrı kalmaya, Gülnaz da,
-ana hadi seni de alıp götürek de torununla beraber olun, diye teklif etti. Ama burada da torunu torbası vardı, Esma Hatun yerinden yuvasından ayrılamazdı, çar naçar, ayrılığa razı kaldı. Aybike’yi son bir kere daha kaptı, bağrına bastı, kokladı, öptü okşadı, anasına sundu. Sanki Gülnaz onun kızı değilmiş gibi, gözü Aybikede kaldı.

Çinileri Sultan Camiine döşeyecek ustalara da bir araba tahsis edilmişti..Yiğitbaşı Kara Arif Usta başta olmak üzere, Kasım, Ahmet Can, Gül Yusuf, Mükremin Usta ile tam on usta oldular.
Tevfik Arif Ustaya,
-Ustam, on adam yeter mi?...
-yetmese başkaca sipariş eder alunur, dedi Arif Usta.
Sabah namazıylan yola yurdular. Arif Usta her durakta, handa , yolda; çini arabalarını yokluyor, üstü açılan, kayan, kaykılan sandıkları düzeltiyor, üstünü örtüp, yağıştan yağmurdan, yelden yelekten koruyordu. Çininin ne demek olduğunu, ona verilen emeği, ona gösterilmesi gereken ilgiyi en iyi O biliyordu ve de bildigi gibi ediyordu. Aylarca yol gittiler. Yolda haramiden celaliye her uğursuzluk vardı. Ne hayrettir ki gözünü kırpmadan adam öldüren, yol kesip, talan eden hiçbir eşkıya Sultan Camii için hazırlanmış olan çini kervanına ziyan vermedi. Zarar ziyan vermek bir yana çoğu zaman kayan arabaların düzeltilmesine, bozuk yollarlın onarımına yardım bile ettiler.
Dönemeci henüz dönmüşlerdi ki karşılarına sipahi kaçkını bir gurup celali çıktı,
-dur…kervancı başu, yükün ne dür?
Tevfik cevap vetrdi,
-çini dür.
-ne çinisüdür?
-cami duvarlaruna döşenen çiniler.
-ahahhh bunu da heç düşünmemişdim, hangi caminindür bu çiniler?
-yeni yapılan camilere döşenecekdür.
Çiniye meraklı bir celali olmalı Tevfik’i şaşırtan şöyle bir istekte bulundu,
-Çelebi Ağa, ben camilerimizin çinilerine hayran kalurum. Çoğu zaman sırf çini seyretmek içün camiye gittiğüm vardur. Şayet fazlan var ise bu acize birkaç çinü verirsez çook makbule geçecekdür. Diye çini istedi.Tevfik hayretler içinde kaldı, Arif Usta’ya anlattı.
Kara Arif Usta pek şaşırmadı bu isteğe,
-Evlat, çini efsunludur. Kimi adem bunun çekim alanından kurtulamaz. Bu Sipahinin takıntısı doğrudur, çininin çekimine kapulmuştur. Ona fazladan yaptığımuz bir lale verek te O da memnun kalsun, dedi, dört çiniden oluşan güzel bir lale pano hediye ettiler.

Kervan ipek yolunu kullanıyordu. Yolları Bursa’ya ulaştığında Tevfik’in İznik’ten ilk çıkışındaki maceralı yolculuğunun ilk durağı olan Gazi Dervişleri Tekkesi’ne uğradılar. Tekkenin Bal Mumu sarılığındaki ermiş dervişi karşıladı kafileyi. Tevfik’i ve Gülnaz’ı tanıdı. İzzet ve ikramda gayet cömertti. Tekke ter temizdi. Gerçek işlevine dönmüş, tekkeye uğrayan yolculara eksiksiz ev sahipliği yapıyordu, yolcular da bu konuk severlikten çok memnun kalıyordu. Geceyi burada geçirdiler. Hem kendileri, hem de atları dinlendi. Yedi içti, yol azığını da alıp, Tekke’ye üç beş kuruş yardımda bulunup, geceden, yola koyuldular. Burası son duraktı. Herkesi büyük bir heyecan sarmıştı. Küçükler İstanbul’un, büyükler Sultan Camii’nin görkemini merak ediyorlardı. Gülnaz Zehra Halasını, Tevfik Sedefkâr Ağa’sını görecek, yaptıklarını anlatacaklardı.
Kafile haftalar süren yolculuktan sonra, eksiksiz İstanbula ulaştı. Çini sandıkları itina ile arabalardan indirildi. Sandıklar içindeki çinilere göre istif edildi.
Sedefkâr Mehmet Ağa ustalar için konuk yeri hazırlatmıştı. Ustalar konuk evine alınıp yol yorgunluklarını üzerlerinden atarken Tevfik’te Gülnaz ve Aybike’yi alıp Fahriye Sultan’ın konağına gitmişlerdi.
Hem Sedefkar Ağa, hem Ahmet Ağa çinileri çok beğenmişlerdi. Sedefkâr inşaatın her işini en güzel şekilde yaptırabilirdi de çini işini bu kadar kısa zamanda bu kadar güzel yaptıramazdı. Bu iş için mutlaka Tevfik gibi işten anlayan biri gerekiyordu.Tevfik’te tam istediği gibi işi halletmişti. Bunun için Sedefkar Ağa çok memnun kalmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder