1 Aralık 2009 Salı

52. TAM OSMANLI

Osmanlı tahtının on yedinci Padişahı On bir yaşında bir şehzade. Kösem Mahpeyker Sultanın oğlu Şehzade Murat Hân olmuştu.. Osmanlının örflü, anlı şanlı son padişahıydı Dördüncü Murat.


Yeniçeri bu iktidar değişikliğinde "Cülus Bahşişi" almayacağına söz verdiği halde Sultan Murat Han tahta oturup, Kösem sultan "Nâibü l Saltanat" olunca, yeniçeri verdiği sözü unutmuş, bahşişte direnmeye başlamıştı. Hazinede hiç para olmadığı için sarayın altın eşyalatrı (şamdanlar, bilezikler ve diğer başka eşyalar) sikke kestirip, paraya çevrilmiş, askerin isteği yerine getirilmişti.

Murat Han Eyûb Sultan hazretlerinin türbesinde, hocası Azîz Mahmûd Hüdâyî Efendi’nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, saltanatı kullanamıyacaktı, nihayet Valide Mâhpeyker Kösem Sultan, "Saltanat Nâibesi", "Valide i Muazzama" olmuştu. Yıllarca hayalini kurduğu iktidarı eline geçirmişti, dilediği gibi kullanacaktı.
Murat Han tahta geçtiğinde, içerde ve dışarda karışıklıklar devam ediyordu. Yeniçeri ve Sipâhi ocakları her fırsatta zorbalığa baş vuruyorlardı. Sebebi de Saltanat Naibesi olan Mahpeyker Kösem Sultandı. Askerin her fırsatta zorbalık yapmasını, yönetimi yıpratmasını sağlamış, sonunda iktidara geçmişti. Şimdi O asker kendi başına dert olacaktı.
Dördüncü Murat'ın cülûsı üzerine Gürcü Mehmet Paşa’yı sadaret kaymakamlığına tayin etti. İyi işler gördü ise de sadaret kaymakamı olmak isteyen kaptân-ı derya Topal Recep Paşa'nın Gürcü Paşa, "akçe rayicini değiştirdi ve Bağdad'a yardım göndermedi katlini isteriz" sözleriyle İstanbul' da bulunan yeniçeri ve sipahiyi tahrik etmesi üzerine zavvallı sadık ve dürüst, erdemli bir vezir iken kendi sarayında boğularak öldürülmüştü. Yerine de Topal Recep Paşa kaymakam olmuştu.
İran şâhı Abbâs Osmanlı sınırını geçip, Bağdat’ı işgâl eytmişti. Rus Kazakları kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yakıp, yıkıyordu.
Erzurum Beylerbeyi olan Abaza Mehmed Paşa'nın Genç Osmanın Katillerinin cezalandırılması için başlattığı isyanı devam ediyordu ve tüm Anadolu'yu etkiliyordu.
Çok muhteris Vezir, otoriter ve becerikli bir komutan olan Dâmâd Hüsrev Paşa Sadrazamlığa getirdi. Önünde Abaza isyanını bastırmak meselesi vardı. Büyük bir mahâretle bu problemi halletti. 1628 yılının 9. ayında çözdü ve Abaza’nın askerleri terhis olundu ve kendisi de İstanbul’a getirildi. Sultân Murad, ağabeyi Osman’ın kanı için mücadele eden bu komutanı Bosna Beylerbeyi yaparak taltif etti.
Ancak bu sırada İran Şahı Bağdad’da ikinci isyanı çıkarmış ve Bağdad üzerine yürüyerek burayı işgal etmişti. Bu İran’la savaş yapılacak demekti. Yeniçeriye dayanan, emniyet ve âsayişi temin ediyorum diyerek zulüm icra eden Hüsrev Paşa, Bağdad üzerine yürüdü. Ancak Bağdad’ı alamadı ve 1631 yılının onuncu ayında bu görevden azledildi. Sultan Murat Han ondokuz buçuk yaşındaydı. Damat Hafız Ahmet Paşa Veziri Azam, Damat Topal Recep Paşa kubbe altında ikinci Vezir idi..
Sultan Murat Han, Veziri Azamlıktan azledildiği halde teslim olmayıp, bir takım celali artıklarını da yanına alıp devlete isyan eden Hüsrev Paşa'yı ortadan kaldırmak istiyordu. Bunun için büyük başarı kahramanlıklarla ismini duyuran Özi Beylerbeyli Murtaza Paşa'yı alıp, Diyaribekir Beylerbeyliğine tain etmiş, Murtaza Paşa'ya, Tokat'ta bulunan Hüsrev Paşanın işini bitirmesini emretmişti. Bir ay sonra pis bir çuval içinde,Topkapı Sarayının kapısının önüne atılan kesik baş, Hüsrev Paşa'nın başıydı.
Topal Recep Paşa zorbalıkta üstadı olan Hüsrev Paşa'nın acısını almak, kendisine rakip olabilecek Vezirleri ve zorbalıkta kendisine alet olmayı reddeden yeniçeri ağası gibi şahısları da ortadan kaldırmak için ayaklanma başlıyordu.
Şubat ayının ortasıydı, soğuk bir kış günüydü. Alaca karanlıktan itibaren Yeniçeri (kapı kulu ocağı), sipahi, topçu, top afrabacı...gibi askerler At Meydanı doldurmaya başlamıştı. Esrarlı bir kuvvetin emri altında Topkapı Sarayına doğru akıyorlardı. Aralarında işsiz, güçsüz ve kabadayı tayfası da vardı.
Saltanat Naibesi olan Valide Mahpeyker Kösem Sultan azdırdığı bu selin önünü alamıyordu. Çünkü artık bu beslemeleri besliyemiyordu. Onlara dağıtacak ne hazinede para, ne de sarayda paraya çevirecek mücevher kalmıştı. Zaten bu beslemeler az para ile beslenemiyordu. Bu sel giderek hem kendisini, hem de bin bir entrika ile tahta çıkardığı oğlu Murat Hanı boğacaktı.
"Hüsrev Paşa gibi Veziri azlettirmeye sebep olanlar padişahın ve devletin dostu değillerdir" diye bağırıyorlardı. Recep Paşa topal bacağını sürüye sürüye zorba reislerinme doğru gitti,
-Hüsrev Paşa gibi gazi bir vezir ordunun başından alındı. Ses çıkarmazsak yarın sıra size de gelebilir. Tedbir şu olacak; Padişahımızı Hafız Ahmet Paşa gibi dalkavuklardan uzak tutmak. Yeniçeri Ağası Hasan Halife de bizden degildir. Askeri yatıştırmak sevdasındadır. Şeyhül İslam Yahya Efendi'nin, Defterdar Ptrevezeli Mustafa Paşa'nın,Musa Çelebi'nin ve emsalin başlarınu isteyelim ne dersiz? hep bir ağızdan,
-beliğğğ (evet) Paşa hazretleri dediler, isabet buyurdunuz..
Ayak divanı istendi.. Padişahın tahtı dışarı taşındı. Zorbalar Padişahın karşısına dikilip, liste okudular. Şeyhül İslam Yahya Efendi...Veziri Azam Hafız Ahmet Paşa...Defterdar Prevazli Mustafa Paşa, Hasan Halife, Musa Çelebi....diye okudular
Yahya Efendi yetmiş dokuz yaşında bilgin, şair, şeyhül islam oğlu Şeyhül İslamdı. Şeyhül İslamın kellesini istemek Osmanlı tarihinde o ana kadar ne akıllardan geçmiş, ne de dillerde zikredilmişti.
Bugün saraya gelmemesi için yapılan tüm ikazlara rağmen Hafız Ahmet Paşa saray kapısından girmeye muaffak olmuştu. Zorbaların arasından bir sipahinin attığı taş paşayı attan düşürmüş,
-bre uruuu...diyerek saldırmaya başlamışlardı. Hançrini çekip saldırmak üzere hamle yapan sipahiyi Paşanın yakın koruması hançerliyerek öldürmüş, diğer korumaları da vücutlarını kalkan etmiş, bir kaç zorbayı öldürmüş, birkaç koruma da öldürülmüş, Paşa üstü başı hırpalanmış bir halde genç padişahın huzuruna çıkıp, Delikanlı hükümdara sadaret mührünü uzatmış,
-Mührü, hümayunu alasuz padişahım...kul böyle ister, demişti.
Murat Han eniştesinin öpüp uzattığı mührü aldı, kaşları çatılmıştı,
-yürü var git canını kurtar , dedi.
Her kafadan bir ses çıkıyordu. Asiler,
-Hafız Paşa'yı, Müftü Efendi'yi, defter ettiğimiz on yedi muteber Erkanı Devleti ver, pareliyelim...Bunlar dost değiüldürler..Murat Han,
-kullarım...diye söze başladıysa da kimse dinlemiyordu, padişah sustu, Asiler konuştu,
-helbette istediklerimizü veririsün...heman ver pareliyelim, yoksa iş gayri olur...Kabadayılardan bazıları tahtın önüne kadar gelmiş, iyice sokulmuştu, Murat Han,
-Cevaba kulak asmazsız, böyle divan olmaz...Niçin beni taşra divana çağırdınız? demiş, Tahttan kalkmış, içeriye girmişti, Asiler de peşinden yürümüş, saray muhafızları ve enderun ağaları yol kesmiş, asileri durdurmuşlardı. Bu arada Zorba başı ve iki yüzlü Recep Paşa padişaha yalvarıyordu,
-Padişahım bu kızgun ademlerü tekin etmek lazım. Başka şekilde dağılmaları mümkün değildir. Kul istediğini alur. Atalarınuzda da almıştu. Siz dahi virün...Bir kaç kulunuz eksük olsun ne çıkar ? aksi halde Nizamı Devlet yıkılur.
Topal Recep Paşa padişaha, Usulca,
“-Padişahım abdest alun öyle taşra çıkun..” dedi.
Sultan Murat Han İkinci Veziri Topal Recep’in asilerin ağzı ile konuşmasını dinleyince, Bostabcı Başı Cafer Ağayı gönderip, Hafız Ahmet Paşa'yı çağırttı. Hükümdar yeniden asilerin önüne çıktı,
-işte Hafız Paşam geldi. Amma hayatını bağışlayın. Benim veziri Azamımı zorla aldınız bari canını almayın. Cümle Müslümanların halifesiyüm, Şahsımın, devletimin ve dinimin itibarunu gayri sarsmayun... Murat Han gibi yiğit bir padişahın ağzından çıkan bu sözler, imana gelmeyen kafirin bile vicadanını sızlatırdı da Kapı Kulları'nın ve onların kışkırtıcısı, zorba başı Topal Recep Paşa'nın kılını bile kıpırdatamadı .
Hafız Ahmet Paşa abdestini almış, padişahın sözünün geçmediğini ve kendisini asilere vermemekte direnirse bir felakete uğrayacağını anlamış, Genç Osman'ın yürekler yakan akibetini hatırlamış, Tahtın önüne gelmiş,
-padişahım, BİN Hafız kulun yoluna fedadır. Senden ricam o dur ki beni sen katlettirme, ko bu zalimler beni şehit etsinler ve lütfedip, beni Üsküdara defnettir. Yetimlerimden kuvvetli nazar ve inayetini esirgeme... Murat Han'ın cevabını beklemeden yer öptü,
-bismillahirrahmanirrahimm, Lahavle vela kuvvete illa billahi l Aliyyül azim, deyip, kerbela sahrasına benzeyen bela meydanına mertçe yürüdü. Sultan Murat Han mendilini çıkarmış, önleyemediği göz yaşlarını siliyordu.
Hafız Paşa cenk meydanına dalar gibi dalmıştı. Gözleri kan çanağına dönmüş asilerin ilk bir ikisini Osmanlı tokatı ile yere sermiş, başlarından külahları savrulmuştu. Heman hançerler çekilmiş, Hafız Paşa on dokuz hançer darbesiyle yere düşmüş, bir yeniçeri göğsüne çıkıp boynunu kesmeye başlamış, Enderun zabitleri yetişip, paşanın kanlar içerisindeki naşını yeşil bir örtüyle örtmüştü. Cenk sahalarında ağarmış sakalı dimdik olmuştu.Cesur, hamiyetli, şaire bir vezirdi. Sultan Murat Han kendini tutamadı,
-Hak Taala iktidar verirse sizden intikam almak nice olur göresiz...diyerek göz yaşları içinde Hareme girdi. İhtilalci asiler doymamışlardı.
-Müftü Yahya Efendi'yi isteriz...anı dahi katlederiz..diye bağırıyorlardı. Üç gündür ihtilal havası sürüp gidiyordu. Dükkanlar kapalıydı. İnsanlar evlerinden dışarı çıkmıyorlardı. Murat Han Yahya Efendiyi Şeyhül İslamlıktan azlettmşti, kaçıp saklanmasını söylemişti.
Başları istenen devlet adamlarının her biri birer köşeye saklanmışı. Asiler tekrar At Meydanına toplanmış, "Ayak Divanı " isterük..demişlerdi. Yeniden Babüssade önüne kurulan divanda Sultan Murat'da karşı,
-sen niçün Hüsrev Paşayı öldürürsün de Mustafa Paşa'yı, Hasan Halife'yi, Musa Çelebiyi vermezsün... bu ademlerü heman veresün, pareliyelüm ..Murat Han kelle isteklerini reddetti. Asiler tekrar bağırışmaya başlamış,
-madema sen bizim talebimizi reddersün, gayri sana itimadımız kalmamıştur.. Sen karundaşlarun Şehzadeletrimize de zarar verirsün. Şehzadeler bizim efendilerimüzdür. Şehzade efendilerimimizü çıkarıp bize göster. Murat Han,
-tiz şehzadeleri getirüp gösterün, diye emir verdikten sonra asi kullarına dönmüş,
-Mustafa Paşa ile Halil Halife kandedür bilmem. Musa'nın ne günahı vardıre ki size vereyim. Bu mertebe tuğyanınız hakkınızda hayırlı değildir.
-bu dediklerimizi sen bize vermezsen, sen bize padişahlığa lazım değilsin...Az onra Murat Han'nın kardeşleri Şehzade Bayezit, Şehzade Süleyman, Şehzade Kasım ve Şehzade İbrahim getirildiler.
"-maaşallah...ne civan şehzadelerimiz varmış...Cümlesinmi Cenab ı Hak devlete ve Millete bağışlasın...Şehzade Bayezit konuştu,
-bizden ne istersiz? biz kendi halimizle meşgulüz. Namımızı dile getirüp zararlı iş edersüz. Padişah Hazretlerinden haya etmez misüz. Bizi kendi halimize koyun ki bize sizin himayenüz gerekmez..
Asiler Murat Hana dönüp,
-biz sana bu şehzade efendilerimizi inanmayız...kefil isteriz... yeni Şeyhül İslam Ahi Zade Hüseyin Efendi ,
-ben kefil olurum diye atıldı. Peşinden Topal Recep atıldı,
-ben dahi kefilim...
Sultan Ahmet Han'nın bahtsız oğulları, şehzadeler hareme döndüler, Murat Han hışımla tahtından kalktı, Asilerin doldurduğu meydanı süzdü, hiç bir şey söylemeden içeri girdi. Asiler,
-bu padişah ağabeyi Osman Han'a benzer. Biz kapı kullarına zerre kadar teveccühü olmasa gerektür diye bağrışa bağrışa dağıldılar..Mart ortalarına raslayan karakış günlerinde zorba asiler onun bunun evini bastı, saklanan adamları aradı, buldu, katlettiler
Sultan Murat Han'ı korkusuz , acımasız, tedbirli ve yiğit bir hükümdar yapan olaylar böyle devam edip gidiyordu. Bu olaylar Genç Osman'ı şehit eden isyan dalgalarıydı. Altı ayda Murat Han'ı üç kere yoklamış, üç kere " Ayak Divanı" na çıkarmıştı. Ayak divanında ; ipten kazıktan boşalan serseri, kabadayı takımı, disiplinsiz, arsız ve hayasız asker, ruh hastası bir kaç subay ve üs rütbeli yönetici bulunuyordu.
" Yer yüzünde Allah'ın gölgesi"
diye bildikleri Padişahtan yakınında olan en değerli yöneticileri, parçalamaları için kendilerine vermesini istiyorlardı. Vermediği takdirde Genç Osman örneği ile gözünü korkutuyorlardı. Hesap soruyorlardı...
Sultan Murat Han cesareti, şeceati, gözü pekliği, korkusuzluğu ile bu dalgalarla pişerek yirmi yaşına ulaşmıştı. Bir gün sıranın kendisine geleceğinden emindi.
Sıra kendisine gelmişti. Mayısın ortalarında annesi vallide Kösem Sultan'dan "naibül saltanat" yetkisini aldı.
Sultan Murat Han; tek eliyle küheylanları kaldıran ,
200 okkalık gürzü saatlerce sallayan ,
Hint elçisinin fil kulağından ve gergedan derisinden kaplamış,

“ok ve tüfek mermisinin delemiyeceği bir kalkan”
olduğunu söyleyerek hediye ettiği kalkanı ok atarak delip, içine altınla doldurup Hint Padişahı’na geri gönderdigi ve günümüze kadar hala saray kapısında aslı kalmasını sağlayan,
Eskisaray’dan attığı ciritle Beyazıt Camisi minaresinde bulunan kargayı vurmak suretiyle görenlerin şaşkınlıktan ağızlarının açık kalmasını saglayan,
Süratle koşan attan ata geçen, eşine ender rastlanacak kadar yiğit bir pehlivan ve çok iyi bir hatipti. Yiğitliğinden, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen bir padişahtı. Pek çok yalan ve iftiralara maruz kaldı. İnsanlara zulmettiğini ve içki içtiğini söylediler. Halbuki devrin kaynakları dahil Sultan Murâd Han'ın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur ve içki içtiğini gören bilen de çıkmamıştır.
Murat Han yirmi yaşındaydı. Ama yirmisinden daha büyük bir cüsseye, beklenenden daha kükreyen bir sese sahipti. Karşısındaki insanları duruşu ve sözleriyle eritiyor, bakışları delip geçiyordu. Akıllara nakşedilen, mana ve lafızdaki tam “Osmanlı Padişahı” nı temsil ediyordu.
Devlete bağlılığı olmayan herkesi idam ettirdi.
Topal Recep Paşa'yı çağırdı. Topal ayağını sürüye sürüye gelip etek öpmek istemişti, Murat Han,
-gel beru topal zorba başu...sözlerini duyunca Topalın yüreği ağzına geldi. Murat Han'ın bakışları Topal'ın kalbini delmişti. Topal silindi, Topal her şeyin farkındaydı. Topal çoktan pişman olmuştu ama artık çok geç kalmıştı.
-haşa padişahım diyerek zorbalığını inkar etmeye çalıştı.
-bre kafir...abdest al...diye kükredi. Topal, abdest almanın ne manaya geldiğini en iyi bilenlerdendi. Topal eridi. Murat Han, yanındaki Zülüflü baltacılara dönüp,
-şu hainin tiz başun kesin, emrini verdi. Kement atılan Topal Recep Paşa boğularak öldürüldü.
Akibetleri belli olan asiler, Recep Paşa'nın idamında ancak üç hafta sonra kendilerine gelip, son bir teşebbüste bulundular. At Meydanında toplandılar. Toplandıklarını öğrenen Sultan Murat, Ulemayı, Vezirlerini alıp, karşılarına çıktı,
-asker tam manasıyle emre itaatkar olmazsa, devlet elden gider. Devletle beraber hepimiz yok oluruz. Atalarımdan emanet aldığım bu şanlı devletin, şerefine en küçük bir leke sürdürmemek için göze alamayacağım hiç bir fedakarlık yoktur, bilesiz. Zorbalığın, asiliğin namını ortadan kaldırmaya kararlıyım...çoklarının canı yanar...diye uzun bir nutuk çekmiş, kelle istemeye gelen asker bile alkışlamıştı. Ancak Sultan Murat yeniçeri ve sipahi ağalarını çağırmış, emirlerinden ayrılmıyacaklarına dair kurana el bastırıp, yemin ettirmş, bu yeminlerini zapta geçirmiştir.
Bu karışık devrin karışık yöneticilerinden biri de Kemankeş Kara Ali Paşa’dır.
Enderun-u Humayun çıkışlı bir devlet adamıdır. Vali olmuş, vezir olmuş, veziri azam olmuştur. Asıl adı Ali Paşadır. Tipik bir Kriz dönemi yöneticisidir. Bu yöneticiler mi kriz yaratmış, kriz dönemleri mi bu yöneticileri doğurmuş belli değil. Ama bu yöneticiler mizaç ve meşrepleri her türlü melanete müsait yöneticilerdi.

Saray’a nasıl alındığı, Enderun’da nasıl yetiştiği, Silâhtarlık ve Vezirliğe hangi destekle veya hizmetle yükseldiği hakkında, yeterli bilgi yoktur. Kişiliği üstüne bilgiler çok nettir. Daha ilk Valiliğinde adam öldürtmek, haksızlık etmek, rüşvet yemek gibi huyları bilinmektedir. Bu yüzden Bağdat Valiliği’ne atandığının birinci yılı dolmadan görevden alınmıştı. İstanbul’a dönmekten çekindiği için, Kayseri’de yerleştiği anlatılır.
Acımasız ve yiyiciliği ile Ahmet Han döneminde “Kara” adını almıştı. Ali Paşanın bir adı da “Kemankeş” tir. Bu ad çok iyi keman çaldığı için verilmiş.

Kemankeş Kara Ali Paşa, Birinci Mustafa’nın tahta geçmesiyle tekrar ortaya çıkmış 3 ay 4 gün süren ilk Padişahlığından , tahtan indirilişine kadar vezirlik yapmıştı. Genç Osman’ın 4 yıl süren Saltanatı sırasında kendisini gözlerden ırak tutmaya becermiş, Ortalarda görünmemişti. Ancak Birinci Mustafa’nın 2. Saltanatı zamanında gene ortaya çıkmış, Dördüncü Vezir olarak Kubbealtı’na girmeyi başarmıştı. Kemankeş Ali Paşa, ikinci defa Sadrazam olan Merre Hüseyin Paşa’nın Padişah aleyhine oyunlara girişmesinden dolayı asılmasından doğan kargaşadan yararlanmasını bilmiş, içyüzü bugün dahi anlaşılamamış olan bir entrika ile Sadrazam olmuştur. Dışarda olaylar önlenemez boyutlara tırmanıyordu. Tahta çıkacak olan Veliaht Şehzade Murat'ın annesi Kösem Mahpeyker Haseki Sultan'ın ulema ve halkı yanına alarak başlattığı karşı atağa Veziri Azamlığa yükselen Kemankeş Kara Ali Paşa da katılarak , Sultan Mustafan'ın tahtan çekilmesi için Şeyhül İslam Yahya Efendi'den fetva almış,
Genç Osman'ın ölümü ile ikinci kez tahta oturduğundan habersiz olan Sultan Mustafa gene haberi olmadan tahttan indirilip, sevdiği hapis hayatını geçirmek üzere harem de ki dairesine gönderilmiş.

Sadrazam olan Kemankeş Kara Ali Paşa, aklı tamam olmayan Birinci Mustafa’nın yerine, 11 yaşındaki şehzade lV. Murat’ı tahta çıkarmıştı. Daha bağımsız hareket edebilmek için, yiyiciliğini yüzüne söylemek cesaretini gösteren zamanın Şeyh-ül İslam’ı Yahya Efendiyi görevinden uzaklaştırmak istemişti. Yahya Efendinin yerine bilgisi tamam olmayan kayınbabasını bu mevkie getirmek suretiyle imparatorluğun en önemli bu ikinci makamını da ele geçirecekti. Bunu beceremedi, Allah buna fırsat vermedi.
Kendisine rakip gördüğü bir çok devlet adamını İstanbul’dan sürüp çıkarmış ve iktidar ihtirasını Sadrazamlığının son gününe kadar sürdürmüştür.
Ali Paşa Valide Sultanların işbirlikçisi olarak devletin yüksek makamlarını bir takım entrikalarla ele geçirip, şahsi menfaatler sağlanmıştı.
Ali Paşa’nın rakiplerini yok etme silahı sanılandan çok şiddetle geri tepmiş ve en yakınları bile onun vücudunun ortadan kaldırılmasında birleşmişlerdir.
Ali Paşa’nın Bağdat yöresinde İran ile süren savaşın Osmanlı Ordusu aleyhine dönüşünü ve Bağdat’ın düşüşünü Padişahtan saklamıştı. Bunu öğrenen dördüncü Murat Han sadrazamı Saray’a çağırmış, idam ettirm iş, mallarını da hazineye almıştır.

Tahta çıktığında, neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri, vefâtında disiplin altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Sipâhileri intizam ve disiplin altına sokarak, bunların ve bir takım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyişi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtının şuna buna yemlik olmasını önledi. Yeniçeriliği ıslah etti.
On dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevîlerin eline düşen Bağdat, tekrar Osmanlı idâresine geçmek için Murat Han’ı bekliyordu. Murat Han bir sevda tutkusu haline getirdiği Bağdat seferine çıktı. Genç komutan henüz 26 yaşında takvimler Mart'ın ikisini gösterirken yollara revan oldu başkent İstanbul’dan . Meşakatli bir yolculuğun ardından 16 Kasım akşamı dayandı daha önce Hafız Ahmet Paşa ve Hüsrev Paşa’nın almak için dayandıkları fakat başaramadıkları Bagdat kapılarına . 25 Aralık Cumartesi sabahı 39 yıl gibi gelen 39 günlük bir muharebeden kılıcını zafer kınına sokarak çıktı genç Padişah. Nihayet Bağdat düşmüş dalgalarda sahile vurup durmuştu .
Padişâhın ve seksen altı yaşındaki Şeyhülislâm Yahyâ Efendinin de ön safta olduğu Bağdat kuşatmasında, dehşetli vuruşmalar olmuş. Muhâsaranın otuz yedinci gününde ön saflarda yalın kılıç kahramanca çarpışarak askeri coşturan Veziri Azam Tayyar Mehmed Paşa, alnından vurularak şehit olmuştu. Yerine sadârete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa da gayret göstermiştir. Muhâsaranın otuz dokuzuncu günü umûmî taarruza karar verilmiş. Sabah erkenden başlayan şiddetli hücum karşısında kale teslim olmuştu.
Bağdat fâtihi diye anılan Sultan Murâd Han, ordu ile Sadrâzam Mustafa Paşayı Bağdat’ta bırakmış, kendisi İstanbula dönmüştü. Şah Türk gücünün ülkesini daha fazla işgal etmemesi için anlaşma önermiş, Kasrı Şirin anlaşması imzalanmıştır

Sultan Murad Han’ın ilk yaptığı icraat, Ağabeyi Genç Osman’ın ölümüne yol açan ve memlekette huzuru bozan zorbacıların elebaşılarını teker teker temizlemek oldu. Gerçekten Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cadı Osman ve benzeri eşkıya reisleri hemen idam edildi. Bunlardan Beyşehri, Seydişehri ve çevresini kasıp kavuran Deli İlâhî, İstanbul’a getirilerek katl olundu. Balıkesir çevresinde Solakoğlu diye bilinen İlyas Paşa, Küçük Ahmed Paşa’nın gayretleriyle ele geçirildi ve ortadan kaldırıldı. Yine Lübnan ve Suriye taraflarında zulüm rüzgarları estiren Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin ve oğlu Mes’ud da İstanbul’a celb olunduktan sonra 1635 yılında idam edildiler.

Şeyhülislâmı Ahi-zâde Hüseyin Efendi’den de fetvâ alarak, tütün ekmeyi ve tütün içmeyi yasaklamıştır. Ancak Şeyhülislâmdan aldığı fetvâyla kalmamış yasağa uymayanları, devlete isyan etmiş kabul edip katl etmeye başlamıştır. Solak-zâde, tütün yüzünden katle şer‘î cevaz veren Şeyhülislâm sonradan idam edilince, kendisi hakkında “Cezây-ı sezâsını (layıkını) buldu” ifadesini kullanmıştır. IV. Murad, tütün yasağı ile yetinmemiş ve o devirde zorbaların, işsizlerin ve de eşkıyanın toplantı yerleri haline gelen kahvehâneleri de hem kapatmış ve hem de yasağa rağmen içki içip sarhoş olanları cezalandırmıştır. Her iki hadiseyi de, memlekette kaybolan huzuru yeniden tesis etmek gayesiyle ve de eşkıyanın gözünü korkutmak için yaptığı ifade edilen Sultân Murad, bazı tarihçilere göre, bütün Osmanlı arazilerinde yaklaşık 20.000 eşkıyayı ortadan kaldırmıştır. Elbette ki bütün tasfiyeler sırasında bazı mazlumlar da zulme maruz kalmış olabilir.
Sultan Dördüncü Murat Han zamanında ki önemli olaylar dan bazıları:
Hezarfen Ahmet Çelebi:
Hezarfen Ahmet Çelebi, kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insandi. Sultan Dördüncü Murat Han zamanında yaşamış Türk bilginidir. uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında, "Bin Fenli" anlamına gelen Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir. (Hezar, Farsça 1000 sayısını nitelemektedir.)
İlk uçma denemelerinde, 10. yüzyıl Türk alimlerinden İsmail Cevheri'den ilham almıştır. Cevheri'nin bulgularını iyice inceleyen ve öğrenen Çelebi, kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmıştır. Ayrıca, Leonardo Da Vinci'nin uçma konusundaki çalışmalarında kendinden çok önce bu konuda deneyler yapan İsmail Cevheri'den de ilham almıştı.
1632 yılında lodos bir havada Galata Kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak İstanbul Boğazı'nı geçip 6000 m. ötede Üsküdar'da Doğancılar'a inen Hezarfen Ahmet Çelebi, Türk havacılık tarihinin en kayda değer simalarından birisidir.
Bu olay Osmanlı Devleti'nde ve Avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi. Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Padişah, Ahmet Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, hatta Evliya Çelebi'ye göre "bir kese de altınla" sevindirmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli birisinin tehlikeli olabileceğini düşünüp,
-"Bu adem pek korunacak bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değil" diyerek onu Cezayir'e sürgün etmiştir. Ahmet Çelebi orada 31 yaşında vefat etmiştir

Lagari Hasan Çelebi

Lagari Hasan Çelebi, füzeciliğin atası sayılmaktadır. Füze ile uçan ilk Türk’tür. 1633 yılında IV. Murad’ın kızı Kaya Sultân’ın doğduğu gece yapılan şenlikler sırasında füzeyle uçma hünerini gösterdi. Evliyâ Çelebi’nin anlattığına göre,
Hasan Çelebi 50 okkalık barut macunuyla dolu 7 kollu, kendi îcadı olan bir fişeğe binerek yardımcılarının ateşlemesiyle uçmayı başarmıştır. Füzenin barutu bitince de daha önce hazırlamış olduğu kanatları açmış, Sinan Paşa Sarayı önünde denize inmiştir. Bu gösteri üzerine IV. Murad tarafından mükâfatlandırılmış, sipahi sınıfına yazdırılmıştır. Daha sonra Lagarî Hasan Çelebi Kırım’a gitmiş, orada Selâmet Giray Hanın yanında ölmüştür.

Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesinde Roketle uçma olayını şu şekilde anlatmaktadır:

“Murad Hân’ın Kaya Sultân isimli kızı dünyaya geldiği gece “ Akika Kurbanı” şenliği oldu. Bu Lagarî Hasan elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek îcad eyledi. Sarayburnu’nda Hünkâr huzurunda fişenge bindi ve şâkirtleri (yardımcıları) fitili ateşlediler. Lagarî, “Padişahım seni Huda’ya ısmarladım. İsa Nebi ile konuşmağa gidiyorum” diyerek semaya fırladı. Yanında olan diğer fişekleri ateşleyip rûy-u deryâyı çırağan eyledi. Fişengi kebirinin barutu kalmayınca zemine doğru inerken kartal kanatlarını açarak Sinan Paşa Köşkü önünde deryaya indi ve padişahın huzuruna geldi. Zemini bûs ederek, (yer öperek) “Padişahım, İsâ Nebî sana selam söyledi” diyerek şakaya başladı. Bir kese akçe ihsân olunup 70 akçe ile sipahi yazıldı.”.

Bu konudaki en önemli kaynağımız olan Evliya Çelebi’nin Seyâhatnâmesinde ne Hezarfen’in ve ne de Lagarî Hasan Çelebi’nin, bu ilmî buluşlarından dolayı idam edildiklerine dair bir kayda rastlanmamaktadır. Hatta tam tersine meşhur gösterilerini yine bu Sultan Murat Han huzurunda yapmışlardı ve ödüllendirilmişlerdi.
Sultan Murat Han nikris hastalığına yakalanmıştı. Tedâviler netice vermeyince, Ramazan Bayramının 2. günü yatağa düşen Sultân Bin altı yüz kırk yılı şubat ayının buz kesen soğuk bir günüydü, güneş battıktan sonra baş ucunda, Yâsîn-i Şerîf okuyan İmam Yusuf Efendi, birden okumayı kesti. Aslında kimse ümidini kesmemişti...fakat artık Sultan Murat Han yaşamıyordu, O yiğit Padişah vefât etmişti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhül İslâm Yahya Efendi'nin, Müslümanların gözyaşları arasında
" er kişi niyetine "

tekbirini alarak kıldırdiği cenâze namazından sonra, babası Sultan Ahmed Hanın türbesine defnedildi. Cenaze merâsiminde gazalarda bindiği üç atının eğerleri ters takılarak cenazenin önünde yürütülmesi tartışmalara neden olmuştu. Böyle bir âdet İslâmiyet’te yok ise de, her halde, İslâma kesin aykırı bir âdet de değildi.
Ömrünü devlete hizmet ve Allah'ın emir ve yasaklarına itâatle geçiren Türk Hakânı Murat Han, 28 yaşında vefat etti. Kim ne derse desin, nasıl tarif edilirse edilsin, bilinmeli ki dindar padişah Sultan Ahmet Han ve yğit oğlu Sultan Murat Han ikisi de genç yaşlarında, devleti şaha kaldıracak bilgi, tecrübe ve yüreğe sahip oldukları çağda, yani 28 yaşında vefat etmişlerdir. Bu nasıl bir kaderdir? Nasıl tesadüftür? Bu kadar aşikar ölümler " vadesi gelmiş" diye geçiştirilmemeli. Bir ilgili kurum, bu ölümleri araştırmalı, sonucu tarihin şehadetine sunulmalıdır.
Osmanlı padişahları hayatlarını keyflerince yaşamamışlardır. Hükümdarlık yetkilerinin gücü oranında nimetlenmemiş, koca imparatorluğun külfeti altında ezilmişler. Bu da yetmemiş hain tuzaklar kurulup genç yaşlarında öldürülmüşlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder