1 Aralık 2009 Salı

19.BİTİRİLEMEYEN CELALİ

Nasuh Paşa Halep Beylerbeyi olmuştu. Oradan vezirlik ünvanı verilerek, celâli belasını ortadan kaldırmak üzere Anadolu’ya gönderildi. Aslında devlet kimlerin Celali olduğunu ve nerede saklandığını, nereyi haraca kestiğini, gücünü biliyordu. Ancak bu işi bitirmek üzere Serdar olan komutanların basiretsizliği, yüreksizliği, beceriksizliğinden dolayı celali bitirilemiyordu. Nasuh Paşa Celali örğütlerini sırayla yok etmeyi planlıyordu. Bunun için Bursa-Eskişehir civarında bulunan Tavil Ahmed'i ortadan kaldırarak işe başlayacaktı. Bursaya gelmişti. “Saraya Damat olmak “ isteğini ateşli bir hastalık gibi beyninden atamıyordu. Bursa’ya gelmişken, Bursa da ikamet eden, Fahriye Sultana’a dünürcü yollamıştı. Ancak Fahriye’nin Mimar Ahmet Ağa’dan başkasıyla izdivaç etmeyeceğini bildirmesi üzerine Nasuh Paşa Mimar Ahmet’i ortadan kaldırmayı aklına koymuştu.
Yurdun her yanında türemiş olan, küçük büyük Celali eşkıyaları ve bazı valiler halkı ezilmekte, zulmün her çeşidini onlara reva görmekteydiler. Halk devletten beklediğini bulamayınca, içinden kahraman çıkarıyor. Bu kahramanların varlığı ile sevindiriyor, övünüyor, Onda kendini buluyordu.

Bu kahramanlardan biri de Köroğluydu. Köroğlu, bir kanun kaçağı, Babasının gözlerine mil çektiren zalim Bolu Beyi'nin ordularını bozan, dağıtan bir dağ adamıdır. Sık sık Bolu'yu basar, şehrin altım üstüne getirir. Haksızlığa, zulme karşı ayaklanmıştı. Hiç bir zaman haksızlık yapmamıştı.
Sazı atının terkisinde, kederinde, neşesinde, her molasında, ovasında yaylasında sazın tellerine vuruyor, türküler ve koçaklamalar dökülüyor sazın tellerinden. Köroğlu'nun mert karakterini yansıtan bu deyişlerini, halk sevimli buluyordu. Köroğlu aynı zamanda “kahraman ozan” misyonununa sahipti. Böylece Köroğlu halkın, zalime başkaldıran, yaşlıları zayıfları koruyan, dertlilerin dertleri ile hemhal olan, paraya, mala mülke tamah etmeyen, yiğit bir kişisi. Bir destan kahramanı olmuştu.

Ok atılır kalasından
Hak saklasın belasından
Köroğlu'nun narasından
Dağlar gümbür gümbürlenir. Diyordu yüreğini gere gere…

Bolu Beyi, at meraklısı bir beydir. Atçılıkta usta olan seyisi Yusuf'u, güzel ve cins bir at aramak üzere görevlendirir. Yusuf günlerce gezdikten sonra, obanın birinde istediği gibi bir tay bulur. Uyuz ve çirkin görünen ama ileride mükemmel bir küheylan olacağını bilen Yusuf bu tayı satın alır.Sevinerek geri döner. Bolu Beyi, bu çirkin ve sevimsiz tayı görünce çok kızar, kendisiyle alay edildiğini düşünerek. Yusuf'un gözlerine mil çektirir. Tayı da ona verir, yanından kovar. Kör Yusuf köyüne döner. Olanı biteni oğluna anlatır.

Baba oğul, başlarlar tayı terbiye etmeye. Yıllar geçer. Tay artık mükemmel bir küheylan olur. Rüzgar gibi koşmakta, ceylan gibi sıçramakta, türlü savaş oyunu bilmektedir. Bu arada Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali de büyümüş, güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuştur
O da her türlü savaş oyunlarını öğrenmiş bir babayiğit olmuştur.
Seyis Yusuf, oğluna Bolu Beyi Süleymandan öcünü almasını vasiyet ederek ölür.

Körün oğlu Ruşen Ali dağa çıkar . Ünü yayılmaya başlar. Haksızlığa uğramış kanun kaçakları yanında toplanmaya başlarlar. Artık adı Köroğlu olmuştur. Bolu şehrinin karşısında, Çamlıbel'de, bir kale yaptırır. Küçük bir ordusu vardır. Çamlıbel'de geçen kervanlardan bac (vergi) alır. Vermeyen kervanları soyar. Üzerine gönderilen orduları bozguna uğratır.
Sekban Refik Ocaktan ayrılmış, Anadolu’ya geçmişti. Önce kendisine kucak açan Sekban Ahmet’in yanına gitmişti. Sekman Ahmet acımasız bir celali idi. Yol kesiyor, köy kent basıyor, insanlardan para, mal , yiyecek ne bulursa alıyor, bulamazsa canına kasdediyordu. Refik bu durumdan çok rahatsız olmuştu. Ahmetle beraber kalamayacağını, Onun insafsız hatta zalimce davranışlarına ortak olmayacaktı.
Ahmet’e,
-bre sekbam karundaşım, ben kendime göre düzen kurmayı düşlerim. Senden ayrılmaklığımın zamanı gelmiştir. Zinhar neferini alacak değilim. Hadi ey vallah… diyip yanından ayrılmıştı.
Sekban Refi haksızlığa uğramıştı bu yüzden dağdaydı. O haksızlıklara karşı koymak için dağa çıkmıştı. Bolu civarında Köroğlu diye bir yiğidin haksızlıklarla savaştığını duymuş, onunla tanışmak üzere bolu dağlarına vurmuştu. Bir geçitte yolunu kesen adamların Köroğlu’nun adamları olduğunu öğrenmiş, Köroğlu’nun otağına götürülmüştü. Köroğlu Sekban Refik’i dinlemiş, aynı yolun yolcusu olduğunu görmüş,

-Köroğlu her zaman kurdu meydanı
Ben bilirim yahşi ile yamanı
Aman dileyenden kesmen amanı
Dertli olanların derdine bakın, diyerek yanına almıştı Sekban Refik’i.

Bir gün Çamlıbel yakınlarında bir konaklık yerde konaklamıştı. Bir kervancının, yolcularından genç bir adamı soyup döverek uçuruma attığını görmüş. Bir kılıçta kervancının başını uçumuş, öteki adamlar kendisine hayır dua ederek canlarını kurtarmışlardı.. Uçurumdan çıkardığı genç yolcu ise:
-Hayatımı kurtardın, gayri ben senin kulun kölenim” dedi. Köroğlu onun adının Ayvaz olduğunu, kervanın da Bolu, Beyine yük götürdüğünü öğrenince kervana el koydu, Ayvaz'ı da yanına aldı.
Bir Köroğlu, bir Ayvaz, etrafı kasıp kavuran, fakiri fukarayı, köylüyü şehirliyi haraca kesen zâlim Bolu Bey'inin peşine düştüler.
Bizden selâm olsun Bolu Beyi'ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından, kalkan sesinden
Dağlar sada verip seslenmelidir……….diye selam gönderiyorlardı Bolu Beyi’ne
Köroğlu Bolu Beyi'nin bacısı Döne Hanım'ı kaçırdı, Onunla evlenirler. Gayri öç almanın, nam salmanın zamanı gelmişti. Bolu'yu bastılar, yakıp, yıktıar. Köroğlu Bolu Beyi'nden babasının öcünü alıyordu. Bolu Beyi de Köroğlu'na karşı bir takım tuzak ve hileler kurarak savaşı devam ettiriyordu. Köroğlu ve adamları her zaman yiğitlik ve savaşcılıklarıyla bolu Beyine üstünlük sağlıyordu. Bolu Beyini yıldırıyordu.
Bir söylentiye göre, bir Yahudi bezirganın getirdiği tüfekleri Köroğlunun kızanları satınaldı. Tüfekle oynarken kızanlardan , birbirlerini öldürenler oldu. Köroğlu tüfeğin insanlık için ne büyük bir felaket olacağınıanlamıştı. Delikli demirin mertliği, yiğitliği bozduğuna inanmış…buna üzülerek Tüfek icad oldu mertlik bozuldu, Eğri kılıç kında paslanmalıdır mısralarını söyleyerek kayıplara karışmıştı. Daha sonra kızanları da dağılmıştı. Sekban Refik’te yüz kişi kadar kendine inanan arkadaşıyla ayrılmış, batıya çekilmişti.


Nasuh Paşa Anadoludaki isyanları bastırmadan önce Mimar Ahmet işini halletmek üzere , celali Sekban Refik’le konuşmayı düşünmüş, Refik’e haber gönderip buluşmuşlardı. Ona,
-Bunca eylediğün eşkiyaluktan nadim ve peşiman olup, bu işten ananın ak sütü gibi ter temüz çıkmak ister misün? Hemi de seni bir sancağa tayin eyleyüm.
-evvela şunu bilesiz, ben eşkiyaluk yapmadum. Kimesnenün malunu ve canunu almadum. Ben haksuz, uğursuz ve zalimin peşünde, mazlumun yanunda oldum. Benden şekva edenler haramilerdür.
-sen devlete karşu koydun, devletin sancaklarını vurdun...Beylerini öldürdün..
-devleti temsil eden, devleti arkasuna alup, nice Türkmeni ezen, sömüren, haksuzluk eden Beylere ve de devlet eşkiyalaruna karşu oldum.
-sen bir celalisün ve ben senü yok etmeğe gelmişim. Amma aklını kullanıp, benlen anlaşabilirsün.
-şartınu görek,
-madema ki anlaşacaksun, o halde ahalinin başuna bela olan bir serseriyü ortadan kaldur.
- Namu nedür bu namerdün?
-Ahmet
-Tavil Ahmet midür?
-Mimar Ahmet’tür,
-hemi Mimar, hemi serseri, hemi de ahalinin başuna bela? bu nasul bir adem dür?
-ben ne dersem onu bil. Başkaca aklını yorma…
-kaç haramisü vardur başında,
-el an kendi başunadur.
-sen beninle alay mı edersün? Bir tek adem ahaliye nasul bela olur?
-Sekban, ya gider ol namerdü tepelersün, ya da ben senü tepeler, kellenü çuvala koyar Dersaadete yollarum.
-Sen bana kefil olup, bir sancak vireceksün, sözün söz mi dür?
-sözüm sözdür, Paşa sözüdür.
-Paşa sözü verdin sen. Ben de milletin selameti içün, gider Ol serseriyü tepelerüm. Eğer bu ademin ahaliye bir ziyanu dokunmamışsa, gelür seni tepelerüm bilmiş olasun
-Namı "Mimar Ahmet Ağa" dur.… var get gazan mübarek ola.
Izmir yöresinde Kara Haydar adında bir haydut, önce aleyhine karar veren bir kadıyı öldürüp, dağa çıktı, celali oldu. Köy bastı, yol kesti, milletin canını yakmaya başladı. Hükumet kuvvetleri bir evde kıstırıp, bu haydutu öldürdü. Haydutun oğlu, babasının kanını yerde koymayacağını söyleyerek babasının adamlarını toplayıp celaliliğe devam etti. Sultan Ahmet Han eski Türkmen Ağası, Kara Hasan Ağa’ya:
“-ya Kara Haydarın oğlunun başı, ya da senin başın..diyerek peşine saldı. Hasan Ağa bin kadar iyi adam alıp takibe başladı. Günler aylar geçti, Kara Haydaroğlu git gide güçlendi, Hasan Ağa’dan hiç ses yoktu, nice olmuştu kimse bilmiyor, Hasan Ağa da ortaya çıkmıyordu....Padişah işi daha ciddiye alıp, vezir Küçük Çavuş Paşa’yı on bin kişi ile celali belasını bitirmesi için görevlendirdi. Küçük Çavuş Paşa, Karahisar altında Kara Haydaroğlunu buldu, büyük bir çarpışma oldu. Anadolu askeri üzerine kurt gibi saldıran Kara Haydaroğlu askeri bozdu, veziri tutsak aldı. Vezire
“-devletin namusu, şerefi vardır..bir daha üzerime gelme, diye vemin verdirerek paşayı atıyla, giyimiyle, bir kaç yakın adamıyla serbest bıraktı, bütün askerlerin çadırları ve malları Haydaroğlu denen hayduta kalmıştı.
Katırcıoğlu denen haydut vezirin salındığını duyumuş,, Haydaroğlunun yanına gelip, ağzına geleni söyleyip, paşanın ardına düşmüş, korumasız veziri yakalayıp, öldürmüştü. Bu zaferlerinden sonra bu iki celali bölgede güçlenmeye, köy ve sehirlerden adam yazarak adamlarını çoğaltarak büyük bir kuvvet olmaya başladılar.
Izlerini süren Kara Hasan Ağa, Haydaroğlunun bir yerde gizlendiğini haber alıp, köyü bastı. Haydaroglu iki yüz kadar yakın adamıyla karşı koydu, üç saat süren çatışma sonunda, Hasan Ağa’nın kırk üç adamı şehit oldu, haydutlardan da bir o kadar ölen oldu, Haydaroğlu Hasan Ağa’ya dayanamadı, oyluğundan da yaralanmıştı, akşamın karanlığından faydalanarak kaçmayı başardı. Ertesi gün Hasan Ağa tellal bağırttı:
“her kim ki Haydaroğlu celalisini yanında olup ta haber vermezse, vallahi evi başına yıkılacaktır. Haber veren her hayırlı kişiye de beş at ve beş kese altın verilecektir.
Üçüncü gün bir yörük gelip,
-müjde sultanım ! Kara Haydaroğlu kurşun yarasından köyde kalıp, üç adamı ile bir dama saklanmıştır.dedi. Hasan Ağa adamı alıp, sağ kalan adamları ile bir gün bir gece yürüdü, adamın dediği yerde Haydaroğlunu bastılar. Baskın yiyen Haydaroğlu yaralı olarak yattığı yertden savaşmaya devam ederek, yedi kişiyi şehit etti. Nihayet yakalandı. Oyluğuna aldığı yara kurtlanmıştı. Hasan Ağa haydutun yarasını bir cerraha temizleti, bir sal yaptırdı, sala bağlayıp, Istanbula getirip, devlet kapısına attı..

Veziri Azam yaralı celali huzurunza kabul edep,ona:
-Niçün bu kadar zamandır haramilik edüp, Tanrı kullarını öldürdün ? diye çıkıştı. Haydaroğlu:
-Vezir efendi ben kurt oğlu kurttum. Kişi aldığına göre satar. Baba ve atasından gördüğünü işler. Hüküm Tanrınındır.
Vezir yarasını sordu, cerrahtan “tedavi edilmez”, cevabını aldı,
Haydaroğlu devam etti,
-sultanım beni girite gönderin, orada küffarla savaşayım..
-n’ola da gönderelim, sebep nedür ? Sen ki Küçük Paşa gibi bir vezirimizi bozup öldürdün
-savaş halidir, öyle olur. Benim yanıma bağlı olarak getirdiler. Tanrı rasulünün bayrağını taşır bir Osmanlı vezirinin ırzı, haysiyyeti vardır diye malını da kendisine verip, serbest bıraktım. Sonra Katırcıoğlu peşine düşüp, şehit etmiş. Benim haberim yoktur, dedi..
-ya şehit ettiniz se tuğ, davul, sancak gibi hazine mallarına ne oldu, nerede onlar ? Bu kadar yıl baban harami idi, onun topladığı mal, senin bunca zamandır ondan bundan gasbettiğin mallar hangi dağlarda gömülüdür, hangi bataklara saklıdır.? Diyince,

Haydaroğlu:
-sultanım, bunun sorgusu mahşerde olacaktır..çıkacak bir canım için bu kadar Tanrı kulunu ele verip, ateşe atarak onlarda olanı ve bellerde gömülü bulunan malları asla söyleyemem..
koca vezir,
-hemen işimi görün, dedi. Haydut Haydaroğlu,
-dün doğdum, bugün ölürüm..dedi.

Veziriazam, bostancıbaşına:
-varın parmak kapuda asın bu deyyusu aleme ibret içün..deyip, infazını emretti.
Haydaroğlu’nu bir hamal beygirine bindirdiler, parmak kapıya kadar, lanetlediler, Parmak kapıda kemendi boynuna takıp, beygiri sürdüler, beygir haydutun yükünden kurtulurken, Osmanlı da bir celalinin şerrinden kurtulmuş oldu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder