1 Aralık 2009 Salı

40. PADİŞAHIN AŞKI

Sultan Ahmet şehzadeliğinde haremin gizemli ve korkulu hayatını on dört yıl tek başına yaşamıştı. Bil hassa kardeşi Mahmut’un öldürülmesinden sonra kendi hayatının da tehlikede olduğunu düşünerek her şeyden ve her ketsen ürkmüştü. Ne bir arkadaşı, ne de bir dostu olmuştu.
Şehzade Ahmet’in annesi Handan Valide Sultan, oğluna hiç bir cariyeyi beğendirememişti. Şehzade Ahmet’in aklı, cariyede, gönül eğlendirmede değil, önce samimi ve duru bir imanla dinini yaşamak sonra da hayatta kalabilmenin uğraşındaydı. Ta ki tahta çıkna kadar.
Ahmet Han tahtın sahibi olmuş, cülus hazırlıkları yapılıyordu, odasından çıkmış, etrafı tanımak, sarayın diğer bölümlerini gezmek, harem dairesini görmek, her şeyden bilgi sahibi olmak istiyordu. Haremde cümle kapısı koridorundan Kızlarağası Dairesi ile Kalfalar koğuşu arasında ki hole, Cariyeler ve Kadın Efendiler Taşlığı denilen yere geçmişti . Taşlığın sağ tarafındaki kapılar sırasıyla Kadın efendi odalarıydı. Bu holün izbe bir köşesinde gözüne ilişen kendi yaşında bir kız, ürkek bir ceylan gibi odalardan birine daldı. Ahmet Han da peşinden odaya girdi, kapıyı açar açmaz yüz yüze, göz göze, gönül gönüle geldiler. Elini uzatıp, ürkek ve titrek sarışın kızın elini tuttmuştu. Bir kızla bir erkek yanyana gelince içi kıpır kıpır olur ya, iki kor köz bir mangal olmuştu. Ürkek sarışın kız bir yandan elini yakan bu yeni yetmenin ateşinde yanmaktan kurtulmaya çalışırken, bir yandan da kim olduğunu merak ediyordu.
-bana kıyma şehzadem, diyebili.
Ahmet Han ürkek kızın terbiye, saygı ve kaçamak bakışlarından etkilenmiş, avucunda ki titrek elini bırakıp,
-sen kimesnesün, adını bağışla
-Mahpeyker kulunuzum…
-sen beni bilir misun?
---
-Ben, Padişah Sultan Ahmet Han'ım. Mahpeyker Ahmet Han’ın tahta çıktığını duymuştu ve Ahmet Han’ı ilk kez görmüştü. Hemen önünde eğilip, iki büklüm kalmıştı. Ahmet Han bu ürkek kızın önünde eğilerek iki büklüm beklemesine dayanamadı. Koltuklarının altından tuttu kaldırdı, okşadı,
-benden korkmaklığun gerekmez…sen ne güzel kızsun?
-O sizin iltifatınız Sultanım, dedi.
Saraya hizmet etmek için alınmış bir cariye olarak özensiz ruhuna giren genç padişah, Onun zeka ve güzelliğini açığa çıkarmıştı.

Ahmet Han oradan ayrılıp, Darrüsaade Ağası Sinan Ağa’ya Mahpeyker cariyeyi hazırlaması için Handan Valide Sultana haber göndermiş, toy bir şehzade olan Ahmet Han ilk defa gördüğü bu cariyeye gönlünü kaptırmıştı.
Ahmed Han, O ürkek kızla evlenmeden, Onunla nikah olmadan tahta çıkmamakta inat etmişti. Sultan Ahmet Han’a haremde biribirinden güzel kadınların olduğunu anlatmışlar, olmamış; sünnet olmadığı hatırlatılmış, tutmamış.
Sultan Ahmet Han,
-Şimdi nikâh yapılsın düğün sonra da olur, demişti.

Osmanlı hanedan geleneğinde cariyelerle nikahlanmak yoktu ama "emir büyük yerden gelince" çaresiz herkes boyun eğmiş. Ahmet Han’la Kösem Mahpeyker karı-koca olmuşlardı. Sultan Ahmet Han Mahpeyker’den başka kadına bakmamıştı. Dindar bir insan olarak dönemin evliyası Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri'ne bağlanmış olan bu çocuk yaştaki padişah gönlünde bir Allah’a , bir de Kösem’e yer vermişti. Mahpeyker Kösem Sultan çok zeki, çok kurnaz ve ne yapacağını çok iyi bilen bir kadındı. Bir dişiydi, halk arasında buna “kancık” denir. Sultan Ahmet Han Mahpeyker ile onbeş yaşının romantizmini yaşıyordu. Zeki ve kancık Kösem bu küçük delikanlıyı sağdıkca sağıyor, aralarındaki aşkı öylesine ateşliyor, öylesine yakıyordu ki, sarayın içinde birbirlerinden uzak kaldıkları zamanlarda mektuplaşarak aşklarını sıcağı sıcağına yaşamalarını sağlıyor, ölümcül aşk yaşıyorlardı..
-Sabah yanımdan ayrılırken yüzünüz biraz buruktu, acep sizi gücendirecek bir hata mı işledim?
Yahut, işlerle ilgili olarak çağrıldığında,
-elceğizimle yaptığım kahveyi yarım bıraktınız, ağlamaktan gözlerime kan oturdu. Türünden yakarmalar, yaltaklanmalarla bu aşkı sürüp götürüyordu.
Sultan Ahmet Han Mahpeyker Kösem Sultanın isteğine uyarak ikinci emrini verdi: "Anama ve bana zulmeden büyük valideyi Beyazıt'taki eski saraya gönderin." Bu kez sözü ikiletilmedi ve Safiye Sultan apar topar taşındı.,

Giderek bu büyük aşkın üstüne bir gölge düşmeye başladı. Mahpeker Kösem Sultan’ın çocuğu olmuyordu. Buna Sultan Ahmet Han’ın da canı sıkılıyordu. Ahmet Han’ın kendinden sonra padişah olacak oğlu, veliaht şehzadesi olması gerekiyordu. Kösem henüz şehzade veremiyordu. Yaşı küçük olduğu için mi, yoksa güzelliği, çekiciliği bozulmasın diye kendisi mi çocuk yapmıyordu?
Sultan Ahmet Han kendisine erkek çocuk verecek bir başka hanımla Hatice Mahfirûze Sultân’la da evlenmek zorunda kaldı. Mahfiruze Sultan’dan Şehzade Osman (Genç Osman) doğdu. Yani Ahmet Han’a ölüm vaki olursa artık Osnamlı tahtı boş kalmayacak, oraya oturacak şehzade doğmuştu. Osman Veliaht şehzade olarak büyüyecekti. Sultan Ahmet Han’ın içi rahattı, Mahpeyker Sultan ile aşkını rahat rahat yaşayabilirdi.
Ancak Mahpeyker’in içi rahat değildi. Ahmet Han’ın hanedanlığın devamını aşkından ileri görmesi, soyunun devamını Mahpeyker’e tercih etmesi, Mahpeyker Sultanı tedirgin etmişti. Sonunda Mahpeyker de O’na bir erkek çocuk verdi, Şehzade Murat (dördüncü Murat)’ı doğurdu. Bu durumda saltanat hakkı Osman’ın olacaktı, Osman yaşadığı sürece Mahpeykerin oğlu Murat veliaht değildi, yani Osman yaşadığı sürece Murat padişah olamayacak, belki de padişah kardeşlerini “Hal” edecek, Murat ‘ta öldürülecekti. Bu durumda Mahpeyker Kösem Sultan da asla valide sultan olamıyacak demekti.

Mahpeyker Kösem Sultan’ın içi hiç rahat değildi ve bunu kimseye belli etmiyor, aşkını yaşamaya devam ediyordu. Ondört yıl sürdü bu sevda. Sultan Ahmet Han çok genç yaşta, yirmi sekiz yaşında mide rahatsızlığından vefat etmişti. Yirmi sekiz yaşında bir genç, bir cihan imparatoru olan Sultan Ahmet Han gibi dini bütün, abur-cubur her şeyi midesine indirmeye tenezzül etmeyen, ağzına içki koymayan bir padişah hangi hastalığa yakalanmış olabilirdi? Önü sonu alınamayan "Celali" belasına mı yenik düşmüş, mide kanaması geçirmişti? Bunun dışında başka bir ihtimal daha geliyor insanın aklına, o da zehirlenmiş olma ihtimali. Ancak Padişahların yemekleri Enderun’da yetişen Kilerci başının kontrolünde verilirdi. Her şey titizlikle gözetlenir zehirlenme ihtimalleri kesinlikle önlenirdi. Bir yemeği önce Çaşnigar başı ve birkaç kişilik denek gurubuna yedirdikten sonra padişaha sunulurdu.

Kahveden zehirlenmiş olabilir mi? Mahpeyker Kösem Sultan, kendi eliyle yapıp, kendi eliyle sunduğu kahvenin içinde azar azar zehir vererek becermiş olabilir mi? Sultan Ahmet Han kahvesini hep yarım bırakıp kalkmıştı. Midesi mi parçalanıyordu? Kahvesini niçin sonuna kadar içemiyordu? Kösem Mahpeyker Sultan akıllı ve padişahı aşık edecek kadar dişi bir sultandı, ama Onu zehirleyecek kadar aşağılık biri olabilir miydi bilinmez. Tarihler de yazmadı. Ne olduysa oldu, Osmanlı Devleti, en verimli çağında, yönetime tamamen hakim olmaya başladığı, yirmi sekiz yaşında, gencecik bir padişahını kaybetti. Tarih bin altı yüz on yediyi gösteriyordu, İmparatorluk çok vahim sonuçlar doğuracak taht kavgalarına gebeydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder