30 Ocak 2010 Cumartesi

BİR CAMİ BULDUK

CUMA NAMAZINI İFA ETTİK

Cem uzun süre Cami aramış, bulamamış. Tanıştığı İranlı bir iş adamı, Kolombialı bir doktor, gene buralı bir serbest çalışan adam,bir kaç kişi olup, cemaatle namaz kılıyorlarmış. Bir gün bir müşteri geldi,Restorana. Müslümanmış. Konuşurken laf camiye geldi. Adam, Güneyde bir cami olduğunu söyledi.

Cuma günü gittik, aradık , bulduk. 'EN NÛR' adında ufacık bir mescit. öyle özlemişim, öyle içime doldu ki kapısını öpesim geldi. Saat 1230 idi. Kapısını açtıramadık. Yarım saat sonra geldik, açılmıştı.
Saçtan yapılmış, yeşil boyalı dış kapıdan bir hole girdik. Kapının önünde 1mx1m küçük bir ayakkabılık vardı ayakkabılarımızı oraya koyduk. Holden kapısı olmayan bir odaya girdik. Burası Mescitti. İçeride kilimler, bir iki halı, bir sehba, yanında 1m. yüksekliğinde yazı okumak için kürsüye benzer birşey, orada hutbe okunuyor olmalı. Arka tarafında, gene kapısı olmayan bir oda vardı, mutfağa benziyordu. Yanda bir bölme daha vardı. Orasının ders verilen yer olduğunu sanıyorum. Hem de kadınların Cuma Namazı kıldığı kısımdı. Biz erken gitmiştik. Mescitte oturduk, biraz serinledik,Sonra adamlar ve kadınlar gelmeğe başladı. Toplam 10-15 kişi kadar olduk.

Cemaatten biri, siyahi bir Müslüman kalktı Ezan okudu. Önce, Ezan boyunca ne dediğini kesinlikle anlamadım. Sonra makam diye bir mırıltı başladı, öylece bitirdi. Gene cemaaten biri Bismillahirrahmanirrahim, diyip İspanyolca Hutbe okumaya, vaaz etmeğe başladı. Ne dediğini anlamadım tabi... Hutbe bitti, Cemaatten biri kalktı, Kamet getirdi, aynı adam cuma namazını kıldırdı. Şivesinden belli ki, Adam araptı. Çok ayın çatlatıyor, 'ha'ları boğazının kökünden çıkarıyordu. İki rekat Cumanın farzını kıldırdı. Namazın sonunda dua ettirdi. Biz çıktık, bazıları namaz kılmaya devam ediyordu.

Ondan sonra ki Cuma gene ezanlar hutbeler okundu, aynı arap kalktı kaamet getirdi, tam namaz kıldıracaktı ki ben geçtim adamın önüne. Ben İmam olacağım, ben kıldıracağım dedim. Konuşmamdan kimse bir şey anlamadı ama ne yapmak istediğim belliydi. Buyur ettile. Cübbe, sarık falan yok. Türkiye'ye gideyim, göndermeyi düşünüyorum.

Kendi lisanı Kuranımız ile Fatihamızı ve surelerimizi okuduk, Allah'a şükür. Ben Veleddallîn, dedikten sonra bir coşkulu 'AAmîîîn geldi ki sorma gitsin...
Ben de namazdan sonra, Ayetel Kürsiyi okudum ve dua ettirdirdim. 'Tekabbel Allah' diyerek, herkesle tokalaşıp, Camiden çıktık...

23 Ocak 2010 Cumartesi

TORUNLARIMI SEVİYORUM

ONLAR SEVGİ TOMURCUKLARI


Sevgi insana ait bir duygu, bir heyecan. İnsan seven varlıktır. Doğayı sever, Ülkesini milletini sever. Eşini, dostunu, çocuklarını sever. Allah’ını ve peygamberini sever… Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyleder VE sever…
Eskiler ne demişler ?
Güzel Yüreğinizde Sevgnizi çoğaltın ki, nefrete yer kalmasın.
Sevgi tebessüm etmek, gönül almak,en kestirme yoldan gönölüne girmektir.
Sevginin zamanı, mekanı, sınırı hududu, başı, sonu yoktur…ucu açıktır..
Sevgi, ekmek gibi, su gibi ihtiyacıdır insanın...acı da çektirse, mutlu da etse onula birlikte yaşar ve güzelleşir...
Sevgi yağmur gibi yağmalı ve sırılsıklam ıslatmalı insanı…Mevsimli mevsimsiz hep yapmalı bunu… Sevebilen bir yüreğiniz varsa, bırakın yağsın gönlünce...
Sevilecek o kadar çok şey var ki, yeter ki sevgi tomurcukları açabilsin…

Konuyu biraz daha derinleştirirsek mistisizm’e ve Tasavvuf’ doğru gideriz. Zaten sevgiden bahis açtın mı, kendini tasavvufun kucağında bulursun.
Tasavvuf İslâm'da Allah'la kulları arasındaki sevgidir. "Zerre küllün aynasıdır!, Kesrette Vahdeti görmektir!" Yani her yerde ve her şeyde Onu görmek ve Onu sevmektir.
Önce O vardı. Sonra cenneti ve Ademi yarattı. Ve sevgiyi yarattı, sevilmek için….
Tasavvuf bahçesi, aşk uğruna can vermeye gelenlerin yeridir; dikenlerden incinenlerin yeri değildir!.
Tasavvuf erlerinin yeridir, Yunus’un yeridir, Mevlana’nın yeridir, Ahmet Yesevi’lerin yeridir…

Yunus’un dünyası sevgidir, Ona göre hayatın gayesi, hikmeti de sevgidir. Allah sevgisi…İnsan bu sevgiyi kainatta her varlıkta görebilir,

Maharet Güzeli görebilmektir,
Sevmenin sırrına erebimektir.
Cihan alem herkes bilsin ki,
En büyük ibadet sevebilmektir.

“İşitin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül bir kara taşa benzer”

Mevlana’nın Sevgi ve Hoşgörüsünün kaynağı da
Peygamberimizin “Allah güzeldir, güzelliği sever, kibir ise insanları hor görmektir” hadisidir.
Sen âşık olmadıysan, sevgi nedir, bilmiyorsan; Yürü git, ot otla, eşeksin sen..
Mevlana’ya göre sevgi, dünyanın yaratılış sebebidir. Allah evreni sevgi yüzünden yaratmıştır. Gerçek sevgi, karşılıksız sevgidir. Sevdiğin kişinin seni sevip sevmemesi önemli değildir.

Ahmet Yesevi’nin, hikmetlerinin kaynağı da Nahl Suresinin 125. "Rabbinin yoluna hikmetle davet et" Ayetidir.

Yesevi’ye göre hikmetlerin başı Allah sevgisidir. İslamiyet’in özü budur. Gerçek sevgi ve aşka giden yolda kendi nefsini unutmak, kendinden sıyrılıp başkalarını düşünmek vardır.

Dertsiz insan insan değil bunu anlayın,
Aşksız insan hayvan cinsi bunu dinleyin,
Gönlünüzde aşk olursa bana ağlayın,
Ağlayanlara gerçek Aşkınmı hediye eyledim.

İnsan yaratılmışlar içinde en mübarek olanıdır. Eşrefi Malukat'tır... İnsanı sevmak, her şeyi sevmektir.

Kimi görsem hizmet eder kul olurdum;
Toprak gibi yollarına yol olurdum.
Aşıkları yakıp sönen kül olurdum.
Merhem olup yer altına girdim işte

Sevgiyi ne kadar anlatırsam anlatayım, gene de gereği gibi tanıtabileceğimi sanmıyorum, mutlaka kimilerine göre eksikler, kimilerine göre fazlalıklar olacaktır…‘Ayarını mani, efradını cami’ edersek; kin, nefret, düşmanlık ve kıskançlık sevginin zıddıdır. Sevgiyi yıpratan, sevgiyi körelten, giderek sevgiyi yok eden duygulardır.
Aşk, sevda, beğeni, bağlılık, saygı, şefkat, merhamet ve fedakarlık Sevgi tabanlı duygulardır. Bu duyguların olduğu yerde sevgi, Sevginin olduğu yüreklerde de bu duygular vardır.

Sevgi katmanları arasında Çocuk sevgisinin ayrı bir yeri var. Çocuktur Sevilir, var mı itirazı olan ? Yok tabii……Çocuğun o riyasız, çıkarsız, art niyetsiz gülerek bakışından, yarım yamalak konuşmasından dünyada daha sevimli bir şey var mı? Yok tabii...
Bu çocuk Torununuz ise, ‘al dede sen ye ‘ diye elinize bir şeyler tutuşturuyor ve kedi gibi kucağınıza kıvrılıyorsa, durum daha farklı bir mecraya girer.
Torun ayrı olay… sevgisi ayrı, kendisi ayrı… Onda geleceğinizi görüyorsunuz, neslinizi görüyorsunuz ve Allah’a şükrediyorsunuz. Yaşamak Sevmek ve kök salmak bu işte. Bir çınar gibi, Osmanlı çınarı gibi…bir kök çınar altı yüz sene sürdü gitti.

Soy ağacın sağlam olacak, soyun sopun belli olacak, ‘Nesebi Sahih’ olacak. Osmanlıda bir adam Nesebi Sahih değilse Devletten vazife alamaz, Devlet umurunda iş göremezdi.

Geçmişi bilinmeyen, ‘ne idüğü belli olmayan’ Yani atalar zinciri kopuk olan nesil toplumun virüsüdür. Bunlar toplumda otokontrolü olmayan, her şeyi mübah sayan, helali, haramı önemsemeyen, terör virüsü gibidir.
Torun önemlidir, çünkü soyunu devam ettiriyor. Milli ve dini değerlerini, kültürünü devam ettiriyor. Yarınlarını emanet ediyorsun. Soyu belli nesiller yetiştirmeliyiz, iyi eğitmeliyiz, sevgisiyle, saygısıyla yuğurmalıyız. Sevmeliyiz ki sevgiyi öğrensinler. Dürüst olmalıyız ki dürüstlüğü öğrensinler.

Torunlarımı Seviyorum…Onlar benim Sevgi Tomurcuklarım. Onlar şu anda birer melek, melekler sevilmez mi? Allah onlara kendi sevgisinden verdi. Sevilsinler, her şeye rağmen bağrına basılsınlar diye…

6 Ocak 2010 Çarşamba

TÜRK AMERİKA İLİŞKİLERİ

İlk
"Dostluk ve Barış Anlaşması"
1795 te Türkçe olarak yazılmış, imzalanmıştır.




Kuzey Afrika, 18. yüzyılın sonlarına kadar Türk hâkimiyeti altındaydı. O devirlerde "Garp Ocakları" denen Kuzey Afrika'daki topraklarımızı Tunus, Cezayir ve Trablusgarb eyaletleri teşkil ediyordu.

Yerli halk kendi halinde yaşardı. Silâhlı güçler ve özellikle de denizciler, geçimlerini Akdeniz'de korsanlık yaparak sağlarlardı. İstanbul'un sıkı kontrolü altında olan korsanların Osmanlı İmparatorluğu ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan ülkelerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasaktı, diğer gemileri yağmalaması ise serbestti.

O sırada uzaktaki bir kıt'ada yepyeni bir devlet doğuyordu: 1776'ya kadar sömürgesi olduğu İngiltere'ye karşı verdiği bağımsızlık savaşını kazanan Amerika... George Washington, bu yeni devletin ilk cumhurbaşkanıydı.

Osmanlı Devleti ile henüz bir anlaşma yapılmamıştı ama Amerikan ticaret gemileri Akdeniz'e gelmişlerdi. Cezayirli korsanlar, 1785'ten itibaren rastladıkları Amerikan gemilerine elkoyuyor, mallarını yağmalıyor ve denizcileri esir olarak Cezayir'e götürüyorlardı.

Başkan George Washington, Kuzey Afrika'da yaşananlardan Kongre'yi haberdar etti ve 1795'te Joseph Donaldson başkanlığındaki bir Amerikan heyeti Dayı'yı ikna edip ticaret anlaşması imzalamak üzere Cezayir'e gitti.(Cezayirin Osmanlı Padişahından onay alan yöneticisine 'DAYI' deniyordu.)

Joseph Donaldson ile Cezayir Dayısı Hasan Paşa, 5 Eylül 1795 günü, Türkçe olarak kaleme alınmış bir "Dostluk ve Barış Anlaşması" imzalamışlardı

İşte, Amerika ile yapılan ilk Barış ve Dostluk Anlaşması bu anlaşmadır.Bu anlaşma Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Amerikan'nın bir zamanlar bize vergi ve haraç vermesini bu korsanlar ve Cezayir'in "Dayı"sı olan Gazi Hasan Paşa sağlamıştı.

4 Ocak 2010 Pazartesi

COLOMBİA BAĞIMSIZ CUMHURİYETİ

KOLOMBİA

Kolombiya (Colombia), ya da resmî adıyla Kolombiya Bağımsız Cumhuriyeti Güney Amerika´da yer alan bağımsız bir cumhuriyettir. Ülke 33 Departamento adı verilen eyaletlerden oluşur. Başkenti Bogotá´dır.
Ekim 2006´da yapılan nüfus sayımında 1.141.748 km²´lik Kolombiya topraklarında 42.966.004 kişinin yaşadığı tespit edilmiştir. Nüfusun % 60´ını İspanyol ve yerli karışımı mestizolar, % 20´sini İspanyol kökenli beyazlar, % 14´ünü Avrupalı-Afrikalı karışımı mulattolar oluşturmaktadırlar. Kıyı kesimlerinde Afrokolombiyalılar yaşamaktadırlar.
Çok sakin, uysal ve yumuşak huylu insanlardır.
Din: %81 i Katolik Hıristiyandır, %6 diğer dinlere inanan insanlardan oluşmaktadır, Yahudiler vs.

Komşuları, Kuzeyinde Karayib Denizi, doğusunda Venezuela ve Brezilya, güneyinde Peru ve Ekvador, batısında ise Büyük Okyanus ve Panama ile çevrilidir.

Ekonomisi: Kolombiya, Güney Amerika´nın en önemli üretici ülkelerinden biridir.
Karanfil üretiminde dünyada birinci sırada yer alan Kolombiya, kahve üretiminde de dünyada Brezilya´dan sonra ikinci sırada gelmektedir.

Ulaşımın ülkede gelişmesi ile birlikte sanayii de hızlı bir büyüme göstermektedir.
Sanayi ürünleri: Tekstil, yiyecek, petrol, giyim, ayakkabı, meşrubat, kimyasallar, çimento,

Tarımdan elde edilen ürünlerin satışı, ulaşım sayesinde daha da gelişmektedir. Ülkede limon, portakal, muz, mango ve guava gibi meyveler yetiştirilir. Sık ormanlarından kereste, kâğıt ve kontrplak gibi ürünler elde edilmektedir.

Dünyanın en değerli zümrütleri burada çıkarılır. Zengin platin, altın, gümüş,emeral, bakır, kömür,, demir, tuz, nikel, fosfat, manganez, mika ve kuvars yatakları mevcuttur.
Venezuela ve Ekvador sınırları yakınlarında çıkarılan petrolün bir bölümü dış ülkelere satılmaktadır.

Modern dokuma ve giyim sanayisinin yanı sıra kimyasal madde, ilaç hammaddeleri, madeni eşya, çimento ve motorlu araç sanayileri de gelişmektedir.

En çok Ticari İlişkileri olan devletler: Amerika Birleşik Devletleri, , İspanya , Meksika, Çin, Brezilya, Venezuela(2005'e göre)

Yukarıda kısaca tanıtmaya çalıştığım Kolombia'da, halen Türk ve İslamiyeti Araplar temsil etmektedirler. Türk imajı, 18. asırdaki Osmanlı İmajı olarak bilinmekte.
Lübnandan, Suriyeden, Filistinden Osmanlı Pasportu alarak ülkeye gelmiş olan Araplar kendilerine TÜRKO demişler. Şu anda Kolombiada, bizim gibi Türkiye Cumhuriyeti Türk vatandaşı imajı yok. Kültürü, yeme-içmesi, giyim kuşamı hep o 1800lerin Osmanlı kültürü olarak bilinmektedir.
Aynı tarihlerde İzmirden, istanbuldan Türk Passeportu alarak gelmiş olan, önemli yoğunlukta Yahudi nüfusu var. Bunlar kendileine TURKO dememişler, 'Biz Yahudiyiz' demişler. İkitane Sinegogları var. Biri bizim işyerine yakın, hergün önünden geçiyoruz. Büyük bir yer. Ötekini görmedim, güneyde imiş. Yahudiler, Yahudi kültürünü yaşıyorlar ve Sinegokları önemli bir yer olarak hizmet veriyor. Yabancı ddevlette ki yabancılar; bir dernekleri, kulüpleri yahut cami gib
i toplanacak bir yerleri yoksa, kültürlerini uzun süre devam ettiremiyorlar.

Kolombia’da Türkiye Cumhuriyeti temsil edilmemekte. Bogatada Fahri Türk
Konsolosumuz varmış, ancak ne bilen, ne de duyan var. Çünkü şimdiye kadar bir tek temsil faaliyeti olmamış, yahut buralara ulaşmamış.
Arasıra Milli Futbol takımları karşılaşmaları ve Kulüplerin futbolcu transferlerinin dışında Kolombia ile ülkemizin resmi herhangi bir ilişkisi de duyulmamış.

Kolombia görüldüğü gibi kıtalar arası uzak, ancak bakir bir ülke.
Bugün uzaklık problem olmaktan çıkmıştır. Güney Amerikanın bakir, tropikal bir ülkesi olarak Kolombia ile ciddi şekilde ilgilenilmesinin ülkemiz için çok yarlı olacağını düşünmekteyim.

Oğlumaun Cali şehrinde açmış olduğu, GÜLDEN GOURMET TURKİSH CUİSİNE’nin, bir Türk evi gibi, menü listei olarak bastırmış olduğu broşürün Türkiye Rehberi gibi, Cem ‘in de Fahri Konsolos gibi hizmet vermekte olduğunu gördüm.
Kolombia Türkiye’yi ve Türk’ü tanımıyor, Türk Kültürünü bilmiyor. Restoranta gelen, yemekleri yiyen, Kolombialıların TÜRKO imajları hemen değişiyor, arkadaşlarını alıp, tekrar gelip, yeni Türkiye ve Müslüman Türk imajı ile tanıştırıyorlar.

Dışişleri Bakanlığımız en azından Cali’de hizmet veren, Mustafa Cem Gülden’e derhal, resmi olarak ‘Fahri Tükiye Konsolosluğu’ vermeli. Buna hem Cali’nin, hem de ülkemizin ihtiyacı var.

Kolombiya’nın Cali Şehri



Colombia’nın Cali şehri, 2 milyon nüfuslu, Kuzey Tropical kuşakta bulunan bir kent.
Etrafının sıradağlala çevrili olduğı söylenir. Çünkü ben henüz sıradağları göremedim. Çıplak gözle bakıldığı zaman gözün görebildiği yere kadar ova, sonra da hiç kalkmayan sis başlıyor.
Tropicak iklim ve bitki örtüsü, bu ülkede yaşamayan insanlar için oldukça enteresan , hatta inanılması güç bir takım özellik ve güzelliklere sahip.

Cali de İklim


İKLİM

A- İklimi insanı yakmayacak kadar sıcak. Uzun kollu gömlek giydirmeyecek kadar ılık.. Sıcaklıklar Ortalama 20-30 derece oluyor.
1 Ocak 2010’da havuza girdik. Bir saat güneşlendik, terledik. Sanıyorum bu tarih ve bu saatte Türkiyede kardan adam yapılıyordur.
Cali’de yaşayanlar hayatlarında hiç kar görmemişler..

B-Yağamurlar. Başladı mı bitmek bilmeyen, bardaktan boşalırcasına yağan, gürültülü ve sulu bir yağış. Ancak yağmur kesildiği andan itibaren en çok beş dakika içerisinde etraf kupkuru olmuş, biraz önce hırslı yağan yağmurdan bir damla su kalmamıştır.
Bu arada fotoğrafın üzerindeki taririhe de bir göz atın...

Cali deki Bitki Örtüsü




Kavçuk Ağacı










C-Bitki Örtüsü:

1.Yeşil; Her taraf, dağlar, ovalar, yollar, şehir ve köyler hep inadına yeşil, her taraf yem yeşil. Her yerde yeşilin her tonu bulabilirsiniz.

2.Şeker Kamışı; Köylerde ve çiftliklerde genel olarak ‘Şeker Kamışı’ yetiştiriliyor. Şeker Kamışı, bizim dere ve göl kıyılarında yetişen kamışa benzeyen fakat boyları iki-üç metreyi bulan kamışlar. İnsanlar bunu kesip fabriklara veriyor, ülkenin şeker ihtiyacını karşıladığı gibi, önemli bir ihracat kalemini oluşturuyor.

3.Kavçuk Ağaçlar; Bizim saksılarda yetiştirdiğimiz Kavçuk bitkisi burada ağaç olmuş. Hem de bizim ulu çınarlar gibi kocaman ağaçlar.. Salkım saçak uzantıları ve her yöne uzanan kalın dallarıyla güzel bir gölgelik oluşturuyor.

4.Burada incir, zeytin, ceviz, fındık, Erik ağacı göremedim. Marketlede de İncir, ceviz ve fındık görmedim. Bu yemişlerin sahtekarları var (Bu değim ve yakıştırma bana aittir). Fındığa benzeyen kocaman bir yemiş gördüm, ama hem tadı hem de şekli farklıydı. İçinde incir çekirdeği gibi çekirdeği olan, sarı renkli, üzüm büyüklüğünde bir meyve var.

5.Buranın kendine has meyveleri var. Mango başı çekiyor. Tatlı bir meyve. Vaşinton Portakalı büyüklüğünde. Cem ondan reçel yapmış... Kırmızı kavun Gramadita, yesil ve kırmızı üzüm. Bizm yeşil üzüme benziyor. Ancak tadları ot gibi, taneleri erik kadar kocaman. Portakal, mandalina ve limon bol. Ancak portakalları sulu ve kabukları soyulmuyor. Genlikle sıkmalık kullanılıyor. Mandalinalar güzel, sulu.. Bütün bu meyve ve sebzeler her mevsim var. Pardon, Zaten bir nevsim var, O da yaz...onun için her zaman var demek lazım. Dünyanın her tarafından sebze ve meyve ithalatı yapılıyor. Geçen gün marketten güzel bir armut aldık.Sulu ve tatlıydı. Poşetin üzerine baktım, Amerikadan ithal edilmiş.
Bu bölümde yazılacak çok şey çıkacaktır, eminim. Ben de her yeniliği sizler için yazacağım.

6.Bambu ve Palmiye: Ülkenin önemli bir bitkisi. Ağacın görünüşü güzel. Dayanıklı ve süslü. Palmiyeler de bambular kadar güzel bir bitki. Şehirde parkların, yol kenarlarının ve malikanelerin olmazsa olmazı.

7.Adını bilmediğim, ince yapraklı, dalları şemsiye gibi açılmış, insanları güneşten ve yağmurdan koruyan, Çokça park ve yol kenarlarında bulunan bir ağaç türü daha var. Bu da epey yaygın.

8.Çam gördüm, görünüşü göze hoş gelen, bizim çamları andıran ağaç. Ancak yaprakları, ince ve sivri diken yaprak değil, parmak kalınlığında ve daha sık yapraklı bir bitki.

Cali de İnsan Manzaraları

İNSAN MANZARALARI

Önce içimi kanatan bir tesbitimi yazmak istiyorum.
Burada İnsanlar sınıflara, Clasmanlara ayrılmış. Birinci, ikinci, üçüncü hatta dördüncü sınıf bir gurubu, bunun üstü başka bir gurubu oluşturuyor. Bu ayrım yüzyılların bir geleneği olarak devam ediyor.

Bu konudaki tesbitim şu; Ülkeyi işgal eden İspanyollar ve Avrupalı diğer beyazlar yerlileri ve Afrikadan getirdikleri Zencileri köle olarak kullanmışlar. Asimile etmişler, kendi dillerini, dinlerini ve kültürlerini kabul ettirmişler. Bu insanlara iş kurma, zengin olma, adam gibi yaşama şansı tanımamışlar.
Şu anda bile bu sınıfın, bu kaderi yaşamakta olduğunu görebilirsiniz.
Bu sınıf, yani aşağı clasmanlarda olan insanlar genel olarak derisi siyah olanlar ve yerlilerden oluşuyor. Bunlar daha çok hizmet erbabı olarak çalıştırılıyorlar.

Öyle sanıyorum ki bu Kara derili insanlar clasmanlarını yükseltemeyeceklerini biliyorlar. Ne kendileri ve ne de çocukları bu çemberi kıramıyacaklar. Hep köle, hep ücretli ve hep hizmet erbabı olarak yaşamaya devam edecekler.

Belki de gözlerinin önünde yaşanan parlak hayatı yaşayamadıkları için, yaşama şartları zor olan bölgelerinde; Amazonlar gibi, uyuşturucu yetiştirip onun ticaretini yapmaya, zengin insanları tehdit ederek terör yaratmaya başlamışlar. Böylece sistemden hınç alıyorlar. Devlet bunlarla mücadelesini sürdürüyor., Ancak henüz ne terörün, ne de uyuşturucunun kökü kazınamamış.

Bu nedenle Malikanelerin, villaların kapılarında elinde anahtar, belinde silahlı kapıcılar var. Zengin ve önemli adamlar silahlı korumalarla geziyor.
Bunları görmek te beni üzüyor.
İki bakımdan üzüntü duyuyorum:
Birincisi insanların bu çağda bile renklerine, gelirlerine ve sosyal statülerine göre sınıflara ayrılmış olmalarına.
İkincisi de Colombia da, özellikle de içinde yaşamakta olduğum Cali gibi medeni bir kentte böylesi korkulu bir hayat yaşamalarına ve bu yaşamın gereği olarak ta olağan üstü tedbirler alınmış olmasına.

HER ŞEYE RAĞMEN

Halkın çoğunluğunda bu türlü bir endişe görmedim. Aslında Ülkede terörü hissetmiyorsunuz. Ne şehirde yaşarken, ne de otomobille şehirler arası yolculuk yaparken
Ülkede Demokrasi, Asayış, İnsan hak ve hürriyetleri, Bilim, Ticaret titizlike sürmekte olduğunu gördüm.
yaşam bütün renkleriyle ve bütün hızıyla akıyor.

İŞTE ÖRNEKLERİ

A. Gece 2400, 0100 da 15-20 yaşındaki genç kızlar, yaşlı erkekler, herkes, o saatte bir kafeteryada kahve içebiliyor, yahut bir taksiye atlayıp, evlerine gidebiliyorlar. Ne bir korku, çekikce duyuyor, ne de yaşamlarını etkiliyor.

B. İnsanlar eğlenmeyi seviyorlar. Her şeye rağmen yüzlerinden tebessüm, dillerinden Grasyas, gönüllerinden sevgiyi eksik etmiyorlar. Her şeye ve her zaman bir parti verimeyi seviyorlar. Partiden amaç salvolu müzikleriyle ve sevdikleriyle salsa yapmak (dans etmek.) Gönül eğlendirmek.

C. İnsanlar birbirlerine saygılı ve hoşgörülüler. Kasten bir kabalık yapıldığına şahit olmadım. Sokaklara tüküren, Çöp atan kimseye rastlamadım. Burada sigara da içilmiyor. Ne yollarda ne de umumi yerlerde sigara ızmariti yok.
Bir hata işleyen hemen ‘perdon’ der, öteki muy’lu, muço’lu cevap verir. Bütün bunlar konuşulurken yüzlerinde tebessüm eksik olmaz.

D. Kadınların süper dekolte kıyafetlerinden ve serbestliklerinden bahsetmeden geçersem ayıp olur. Kadınların ve kızların memeleri ve kalçaları çok iri, yahut şişirmişler. Olanı da kimseden esirgemiyorlar. Göbeklerine kadar Göğsü açık dekolte elbiseler giyiyor, yahut atletle geziyorlar. Etekleri miniden de kısa, belki süper mini denebilecek kısalıkta etek, yahut şort giyiyorlar. Biz böyle şey görmemişiz, uzun süre alışamadım Beni perişan ettiler. Alışana kadar epey bocaladım.

E. Burada Kadınlar erkekleri öpüyorlar. Tanıdık iki aile karşılaştıkları zaman bir birlerinin karılarına sarılıp şapur şupur öpüşüyorlar. Erkekler bir birlerine sarılmıyor, öpüşmüyor, sadece tokalaşıp, hal-hatır soruyorlar. Cemin tanıdığı bazı kadınlar beni de öpüyorlar, tabi ayıp olmasın diye ben de onları öpüyorum...Parfümlerinin çok güzel koktuğunu, alışana kadar başımı döndürdüğünü de itiraf etmeliyim...

F.Burada otomobil kullanımında Kadınlarla erkekler tamamen eşit. Yüzde elli, yüzde elli. Öteki konularda kadınlar 1-0 ilerdeler. Erkekler yiyeceği yemeği seçme özgürlüğüne bile sahip değiller.

G. Dindarlar. Krismis gecesi evlerde ve kiliselerde mutlaka törenler tapılır. Hediyeler dağıtılır. Krismis gecesi birine davetliydik. Gece 24 00 ten sonra herkese hediye verilmeye başlandı. Paketler açılıyo, içinde kimin isimi yazılıysa o hediye onun oluyor. Hiç beklemediğim bir andı, benim adım okundu. Bana da bir hediye geldi. Teşekkür ettim.
Katolikler. Her mahallenin bir kilisesi var. Hz:İsa ve Anası Bakire Meryem dini sembol olarak çok kullanılıyor.
Evlerde,
iş yerlerinde park ve bahçelerde, her yerde görmek mümkün. Şehir dışında bir yere gidiyorduk. Yol kenarında ağaçların arasında 50cm.lik nişler yapmışlar, içine İsa, Meryem heykelcikleri koyulmuş. Hatta kimse çalmasın yahut kırmasın diye önüne demir kafes koyulmuş.
Herkesin evinde mutlaka bir CİSA, (İsa demek), Meyem köşesi vardır. Bunu gittiğim evlerde hep gördüm. Bilhassa zengin evlerinde, malıkanelerde...Gene süslenmiş bir krismis çamı vardır.
Cem’in yanında çalışan bir garson kızın kolunda bir döğme vardı. Ben merak ettim ve sordum. Cisa..dedi, gösterd. Kız koluna İsanın Çarmıha getilmiş bir döğmesini yaptırmıştı.
Sonuç olarak, insanların hayatlarının her döneminde mutlaka dini motiflere raslamak mümkün. Kilise yüz yıllarca bu dindar insanların beyinlerine Allh-İsa-Meryem,yani, Baba-Oğul-Ana üçlemesini(buna Teslis diyoruz)işlemeseydi de, Tek ve lem yelît, velem yûlet olan Allaha inansalardı, diye hayıflanıyorum.
H. Her yerde olduğu gibi burada da çok sayıda otomobil var. Hatta yollara sığmadığı zamanlar oluyor.
Sanıyorum hiçbir yerde görülemeyecek kadar da motosiklet ve bisiklet var. Motosikletler yollarda trafik canavarı gibi pervasız ve kural tanımazlıklarıyla sinir bozuyorlar.
Otomobiller genel olarak yol kenarlarına park ediyor. Her park eden otomobilin başınada hemen bir Peşgirci peydah oluyor. Peşgirci benim tabirim. Peşgirciler işsiz cücsüz takımından kimseler. Çoğu kere ellerinde polis Jopu gibi, ip yahut kayışla bileklerine geçirilmiş bir sopa, omuzlarında kirli kırmızı bir peşgir var. Otomobil parktan ayrılırken gene arabanın başında bitiyorlar, her şoför elindeki, yahut cebindeki bir iki bozukluğu onlara vererek ayrılır.

İ. Büyük ve güzel alış-veriş merkezleri var. Süper marketler…Burada ki bazı marketler Amerikada bile yok. Düzenli, sistemli, rahat ve konforlu. Mesela aldığınız şeyleri paketleyerek arabaya kadar taşayan görevliler var. Eğer orada bir şeyler yemek isterseniz, taze, ucuz ve güzel yiyecek bulabilir, yiyebilirsiniz. Biz tavuk yemek istedik. Garson tavuk servisinin yanında ikişer tane naylon eldiven getirdi.Yani, Tavuğu ellerinle yiyebilirsin…

J. ‘’CALLE 15N’’ . Bu bir cadde adı. Okunuşu ‘KACE NORT 15.
KACE……….Cadde
NORT……….Kuzey
15.…………15. cadde demek.

Bazı Kelimeler bizimkilerle aynı, bazılarının da manası farklı.
MERHABA...........OLA
ÇORBAYA...........SOPA,
PARDON............PERDON,
LAF...............BALAVRA
ARABA LASTİĞİNE...CANT
E,,KADAR..........HASTA,
GÜNEY.............SUR
2 rakamı..........Dost

k.Geçim Kaynakları; çok...önce tarım...Şeker kamışı ve Kahve ve pamuk baş ürünleri.
Çiçekçilik, maden, Sanayi...Herşey var...İşte dalında kahve...

CALİDEN GÖRÜNTÜLER

ÇÖP İŞİ NASIL HALLOLMUŞ ?

Burada cadde ve sokaklarda çöp, naylon poşet, sigara ızmariti, çekirdek kabuğu gibi göze hoş görünmeyen, şehri çirkinleştiren atıklar göremiyorsunuz.

Olayı şöyle halletmişler.

Önce halkı iki konuda eğitmişler.
Birincisi, sokağa çöp atamyınız. Çöpünüzü çöp kutusuna atınız. Çöp kutusu yoksa, çöpünüzü cebinizde saklayınız diye eğitim vermişler. Bu arada otomobilden sokağa çöp atıldığını polis görür, yahut biri ihbar ederse çok ağır ceza yazıyorlar.
İkincisi, çöpleri guruplandırmışlar, bunun da eğitimini vermişler.
Geri dönüşümlü çöpleri özel çöp kutularına attırmışlar. Mesela kağıt, mukavva ayrı bir çöp kutusunda. Naylan poşet, pet şişe, naylon karışımlı çöpler ayrı bir çöp kutuda. Metal kutular ayrı bir çöp kutusunda. Cam eşya çöpleri ayrı bir çöp kutusunda.

Bunlardan başka, sokaklarda ‘Dönüşümlü Çöp’ tolayan insanlar var. İşi gücü olmayan, mesleği, geliri olmayan, genç, yaşlı, kadın erkek. Bunların el arabası gibi arabaları var. Soakalarda gördükleri dönüşümlü çöpleri topluyorlar, hatta toplamak için yarışıyorlar. İşyerlerine, lokanta, kafeteryalara gidip çöplerini alıyorlar. Topladıkları dönüşümlü çöplerini hemen Belediyeye satıyor, parasını peşin alıyorlar.

Böylece hem yüzlerce işsiz güçsüz, dilenecek insan iş sahibi oluyor, hem de şehrin temizliğine katkıda bulunmuş olunuyor. Belediye de bu çöpleri Dönüştürerek, kendi bütçesine önemli katkı sağlıyordur.

Bizdeki gibi, her sokağı süpüren süpürgeciler var. Belediyenin çöp arabaları her gün, çöp bidonlarını boşaltıp, çöpleri alıp götürüyor.
Sonuç olarak Cali şehrinde sokaklarda uçuşan poşet ve kaldırım kenarlarına atılmış pet şişe, kagıt parçaları görmedim.
Burada Çöp İşi Hallolmuş.

BİR KAÇ ANEKDOTUM VAR

83 YAŞINDA HAYAT DOLU
Ana Marianın akrabalarından birinin Malikanesine gittik. Adamın adı Sinyör Herman 83 yaşında olduğunu söyledi. Otomobillere bindik, Herman önde, biz arkasında onu takip ederek gittik. Ancak yolda iki kere bizi bekledi. Ne garip ki Cem adamın peşinden yetişemiyodu.


İşte PAPAYA AĞACI ve ÜRÜNÜ...Ben buna Kırmızı Kavun adını koydum.


Önü asla kapanamayacak olan Yüksekçe bir arazinin, göl manzarasına hakim bir yerine kurulmuş bir Malikaneye vardık. Yazlık olarak kullanıyorlar. Beş dönüm kadar bir arazi. Geniş bir bahçe. Bahçede üç manğo ağacı, iki kırmızı kavun, bambu, adını blmediğim envai çeşit ağaç, orkideler, rengarenk süs bitkiler çiçekler, tavuk kümesleri ve üç tane TAVUS KUŞU. Binanın kapalı alanı 500+500m2 , 1000m2 kadar var. Yukarda 5 yatak odası. Her odada banyo wc., makyaj masası, gardrop ve Dini dua yeri (İsa, Meryem ve meleklerin heykelleri) odanın toplam alanı en az 100m2…Her odada kacaman plazma tv, ses ve müzik yayını var.
Aşağıda, en az 300m2 mutfak. Oyun salaonu, sinema salonu, dinlenme salonu, Dini salon-dua evi- diyorlar. Sundurma…maroken koltuklar, bambu divanlar, bahçenin içinde, rengarenk okide çiçekleri ve onların kokuları arasında dinlenme faslı. Orayı yazıya dökebilmek oldukça zor. Çünkü ne kadar yazsanız gene de az yazmış olursunuz .
Bence işin en önemli yanı Senyor Herman’nıny bu binayı 70 yaşında yaptırmış olmasıdır.


Bu malikanenin Teşekkür köşesi...Burada İsa ve Meryem'e teşekkür ediliyor....

Sundurmanın altında Bacaklarını uzatmış yatan adam, buranın sahibi Senyör HERMAN

ŞEREFE…DİYEREK ÇAY BARDAKLARINI TOKUŞTURDUK
Restoran ta, yeni tanıştığımız iki arkadaşla sohbet ederken ben çay ısmarladım. Çaylar masaya geldi. Akıllı Calili bardağı aldı, kaldırdı, şerefe dedi. Biz de kaldırdık, şerfe dedik, bardakları tokuşturduk , adam çayı dikti kafasına. İribir yudum çay aldı. Ağzı öyle haşlandı ki kıpkırmızı oldu. Çay biraz soğuktu ama gene de içi dışı yandı.



MARENYA
Cem’in; Neşeli, renkli, konuşkan ve iyi bir hanım müşterisi. Calinin zenginlerinden. Hem de birkaç köşe dönmüş, zenginlerinden.… 100 kilonun üstünde. Adı Sinyora Marenya. Marenya benim de dostum oldu. Biraz İngilizce, biraz İspanyolca, biraz da Tarzanca konuşmaya çalışıyoruz.
Marenya Nurettin diyemiyor, sana Nuri diyelim dedi, gülüştük. Burada 'Nuri' kız adıymış. Marenya bana Nuri diyor.
Bir gün sözlükten bana bir kelime okuttu. İspanyolca Lindo...Türkçesi hoş, zarif, ince nazik yazılıydı.

GÜLDEN GOURMET



Colombia'nin Cali Kentinin Granada Semti ( Granada Endülüs Emevi Devletinin Başkenti idi) Restoran, yiyecek ve içeceğin çokça bulunduğu bir semt. Bu semtin merkezinde, C9N69 sokağında, sokağın köşesinde, GÜLDEN yazısı, özellikle (Ü) harfi gözünüze takiliyor, size aşina geliyor. Bir yabancı ülkede bizim ÜĞŞÇÖ harflerimizi görmeniz, yahut telaffuzunu duymanız pek olası değildir. Burada GÜLDEN GOURMET ve TURKISH CUİSİNE yazısı hemen Türkiyeyi hatırlatıyor. Sizi en çok 2.5mx2m boyutunda ki cam giriş kapısına yapılmış Nazar Boncuğu Çıkartması ve kapıyla tabela arasına kaplanan İznik çinisi etkiliyor. İçiniz ısınıyor, yüzünüz gülüyor, dudağınızda tebessümle içeri giriyorsunuz.


Gelinim Ana Mariya ve Ben

İçeriye girer girmez Türk yakınlığını hissediyor, Türkiyeyi anımsıyor, herşeyi kendinize yakın buluyorsunuz.

Restorant, Mutfak ve salon olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Mutfak önünde tezgah ve üstünde 60cmx2m. lik bir perde var. Perdenin üzerine kocaman bir Türkiyenin Turizm haritasını koymuşlar, hemen altında Türk Bayrağı, Ayıyla yıldızıyla bizim kırmızı beyaz bayrağımız, yüzünüze gülüyor sizi kucaklıyor,..

-Hoş Geldiniz, diyor.



Salonda duvarlara sabitlenmiş altı adet masa ve her masanın gene sabit karşılıklı ikişer kişilik, deri koltuğu var. Her masanın üzeri boydan boya posterlerle kaplanmış, üzerine cam koyulmuş, şık ve tertemiz bir mekan olmuş.

Posterler ülkemizin çeşitli bölerinin görüntülerinden oluşmuş.

Birinci Masa Doğu Bölgesi Masası. Ağrı Dağı Postrri… Ağrı Dağı bizim, der gibi…Posterin üzerinde ayrıca Tepesi karlı, Erciyes dağı, Diyarbakır İsak Paşa Camisi ve başı dumanlı, eteklerinde yaşattığı medeniyetleri sergeleyen heykelleriyle Nemrut Dağları bulunmakta.



İkinci Masa İstanbul Masası, İstanbul Ortaköy Cami ve Boğaziçi köprüsü posteri var. Posterin üzerinde, Pera Palasın bulunduğu sokak, Sultanahmet Cami bütün haşmetiyle, Kapalı Çarşı resimleri sergilenmiş.



Üçüncü Masa Capadocia Masası. Kapadokya’nın Peri Bacaları posteri Var. Üzerine Peri Bacalarının, Göremenin, tünellerin resimleri koyulmuş.



Dördüncü Masa EGE Masası. Kocaman Troya Atı posteri var. Posterin üzerine İzmir Saat Kulesi, Kuşadası, Efes estanteneleri koyulmuş.



Beşinci Masa, Karadeniz Masasidur…Karadenizun hırçin dalgalarinun kıyılaru doven posteri çok yakişmuş. Posterin üzerunde Sümela Manastiru, Horon Tepen Karadenuz Uşağu, Trabzon Uzun göl, Rizanun yaylaru vardur. Temele nooldi, kimse bilmey…




Altıncı Masa Akdeniz Masası. Akdenizin çarpıcı güzelliklerinin posteri ve üzerinde Yıllara meydan okuyan Aspendos, Mavi deniz ve yeşil doğanın kucaklaştığı Göcek koyu ve Alanya..

Türkiyede seyahat ediyor gibisiniz. Ülkemizin her köşesini geziyor, anımsıyorsunuz.

İçeriye giren müşteriye garson, hangi masada oturmak istersiniz diye sormuyor, Türkiye de nereye gitmek istersiniz diye soruluyor.


Kapının karşısında ki duvarda yaklaşık 6mx1m ebadında yazı tahtası var. Üzernde PREGUNTE POR yazılı büyük harflerle, Por için demek. Öteki kelimenin manasını bilmiyorum. Belki ‘Sizin için’ dir. Çeşitli yemekler, menü çeşiteri, kahvaltılar var. Çay, kahve yazılı. Bu yazılrı zaman zaman değiştiriyorlar. Tahtanın üzerinde boydan boya bir raf var. Rafta yaklaşık kırk paket Çaykurun Filiz ve Tomurcuk çayları var, Kahve fincanları, cezveler, tabaklar…hem teşhir ediyor, hem de satış yapıyorlar.
Salonda üç kolon var, (40x75m) ebadında direk. İki kolnun etrafına raf yapılmış raflarda zeytinyağı şişeleri sıralanmış. GULDEN OLIVE OIL, Bunlar Gülden Zeytin yağları, üzerinde nazarlıklarla Türkleştirilmiş. Karşı Kolonu kocaman nazarlıklarla dekore etmişler. Hep bizden, hep bildik Memleket compozisyonu oluşturmuş…Memleket hasreti duyan herkes karşısına geçip seyretmekle hasret giderebilir.


Köşelerde ve kolon önlerinde, tahtadan yapılmış 50-60cmlik küçük variller var. İçlerine Turkish cooffi, zeytin yağından yapılmış sabun ve kuruyemiş; incir, badem,ceviz, fındık gibi..ürünleri koyarak hem güzel bir dekor oluşturmuş, hem de satış yapmak için reklam yapmışlar.

Restoranta girdiniz. Bütün bu tanıdık, bildik ve sıcak havadan sonra yemek yiyeceksiniz, bunu için menü listesi isteiyorsunuz, size 12 sayfalık kuşe kağıda çok güzel baskı yapılmış bir dergi veriyorlar. Sanki Türkiye Turizm Rehberi.

İçinde neler mi var? Bunu anlatabilmek cidden zor. Bunun için bu dergiyi elinize alıp bakmanız gerekir. Gene de kısaca bahsedecek olursak, derginin iki ana teması olduğunu görürüz.

Birinci Temada, Türkiye, Türkiye hakkında bilinmesi gereken bilgiler var. Osmanlı ve Türk mutfağı, Akdeniz diyeti hakkında bilgi. Atatürk ve Türkiye hakkında bilgi. Kapalı çarşı, Boğaziçi ve Boğaziçi köprülerihakkında bilgiler ve Kendilerinin tanıtımı var…kim oldukları, şimdiye kadar neler yaptıkları, şimdi ne yapmayı hedeflemişler…

İkinci Temada, Türk yemekleri, yemeğin içindekiler (ki kırmızı mercimek gibi birçok şey burda olmadığı için ithal ediyorlar), yemeğin yöresi ve tarihçesi. Zeytinyağı, Yoğurt, patlıcan, kuru yemişlerimiz ve kahvemiz, Türk Kahvesi…Kahve Falı, Türk Lokumu hakkında geniş bilgi verilmiş...

Menü listesinde şu yemekler var:
a. Çorbalar: Ezogelin, kırmızı mercimek çorbası, Yoğurt çorbası.
b. Soğuk Yemekler: Zeytin tabağı, Zeytin yağlı dolma, Çerkez Tavuğu, Bufalo peynirli domates kulesi salatası, domatesli ekmek (Bruchetta)lı karışık )5 ayrı çesit zeytin Gemlik ve Aydın zeytinleri) zeyin tabağı, Havuç Salatalı ‘Hoş Geldin’ tabağı, Cacık, sucuk ve Pilaki ıle doldurulmus Midye…
c. Ana Yemekler: İskender, Kasap Köftesi, İstim Kebabı, Patlıcan Musakka, Sultan Tavuğu, Arnavut Ciğeri, Zeytin ezmeli Tavuk, Ali Nazik ve Mantı. Bu yemekler ile birlikte Bulgur Pilavı ve çoban salatası bir tabakta verilmekte.
d. Tatlılar, Baklava; cevizli ve fıstıklı, kabak tatlısı, Sütlaç; çikolatalı, hindistan cevizli ve Vanilyalı
e. Sıcak içecekler: çay ve Türk kahvesi, yandan çarklı Türk lokumlu (Hazer Baba)..

Yemeğinizi, Tarkan, Sezen Aksu, Candan Erçet, Bülent Ersoy, Zerrin Özer, Sibel Can, Münir Nurettin gibi bizim güzel sanatçılarımızdan memleket havaları dinleyerek, climanın sağladığı serinlikte (18C~20C), Ülkemizden binlerce km. uzakta, aynı tadı ve aynı lezzeti alarak, kendi evinizde imiş gibi yiyorsunuz.

Sonuç olarak; GÜLDEN GOURMET TÜRKISH CUISINE de mideniz Türk yemeklerine, gözünüz Türk motiflerine, kulağınız Türk müziğine doyuyor. Türkiye ile doluyorsunuz.

İşyerinin kurucusu ve sahipleri Ana Mariya ile Mustafa Cem Gülden. İkisi de Universite mezunu, Cem Matematikçi, Ana Mariya İşletmeci. Cem Şef, Ana Mariya Yönetici olarak çalışıyorlar. İşlerinde oldukça disiplinli, dikkatli ve başarılılar.
Cem Türk Vatandaşı. Dini bütün, ameli salih, vatan ve milletine karşı sevgisi ve muhabbeti her geçen gün artarak devam eden oğlumuz. Türklerin yemek kültürünü iyi tahlil etmiş, bilgili ve becerili. Bu küçücük mutfağında hemen hemen her yemeği çıkartabiliyor. Yılbaşında yaptığı ‘ Kestaneli, İç Pilavlı Hindi Dolması’ ına şimdiden gelecek yılbaşı için sıraya girdi, sipariş verdiler.


Cem iki çırak yetiştirmiş, Valentina ile Tatiana, iki genç kız. Yemek okulu mezunu, elleri yatkın ve becerikliler, Cem’in yokluğunda Restoranı çevirebilecek kıvama gelmişler.

Satış fiyatları normalin üzerinde olduğu için, Müşterileri de seçkin insanlardan oluşmuş.
Açılalı üç ay olmuş. Namı süratle yayılıyor, duyan geliyor, gelen bir daha geliyor.

Türkiye sevdalısı Cem ve eşi Ana Mariya ile iftihar ediyorum. Onların başarılarının devamını, daha nice şubeler açarak Colombiada Türk adını ebedileştirmelerini diliyorum.

GÜLDEN GOURMET'E DEVAM

GÜLDEN GOURMET'teyiz.
Bugün Ne yiyelim…?
Menüden yemek mi seçelim, yoksa Şef bize henüz menüye koyulmamış yeni bir yemeğini mi tattırsın diye? Şefe sorduk,
Şef Cem,
-Bu gün size balık yapayım, dedi.

Önce bir tepsiye 30-40cm lik bir balığa 1 kilo kaya tuzu, iki yumurta akı, birkaç damla da su ile karıştırarak tuzu sıvama kıvamına getirdi.
Temizlenmiş Balığı, (özellikle kabuğu soyulmayacak,.. ) tuzun içine yatırdı. Her tarafını iyice kapattı. Hiç açık yeri kalmadı. Sürdü fırına…350 derecede 45 dakikaka bekletilecek, tuz kızaracak, balık lime, lime olacak.
-Bunun adı ne ? dedim,
-Balık Tuzda, Tuz Fırında, dedi.


Yanında ne yiyelim diye sorduk,
-Cem’in Yeşilliği’ni tavsiye etti. Cem’in Yeşilliği geldi önümüze…

Kıvırcık Marol, Yeşil soğan, Nane, Maydanoz, Kırmızı taze kızartma biberi, (acı sevenler yeşil acı biber doğraya bilirmiş) Domates, Peyaz Peynir, Avagarner, Yarım parmak büyüklüğünde doğranmış, Tavuk haşlanmış, kızartılıp, üzerine serpilmiş. Üzerine biraz Süt Mısır taneleri ekilmiş. Sirke- zeytinyagı, tuz dilediğiniz kadar.
Sirkesi yıllanmış üzüm sirkesimiş, şarap gibi…Zeytin yağı da Gülden Gurmet ürünüymüş. Geniş bir tabağa koyularak masaya servis yapıldı. Hekes oradan istediği kadar tabağına alıyordu.


Balığın üstüne bir tatlı ister. Ne tatlısı alalım ?

Şef,
-Cem’in Şeftali Tatlısı’nı tavsiye etti. Meyveli hafif, harika bir tatlı imiş.

Bunun da tarifini verdi, ben de size anlatayım. Gerçi bunu bilmeyen azdır, ama gene de bilginizin tazelenmesi için göz gezdirebilirsiniz.
Marketten aldığı konserve Şeftalileri dörde bölüyor. (Konserve’nin şurubu içinde.)
20 gram şeker
60 gram un
3 yumurta
45 gram Tereyağı (Trabzon Tereyağı Öönerilir..)
Önce unla şekeri karıştırıyor, daha sonra yumurtaları kırıyor, tekrar karıştırıyor. Un la malzeme iyice kıvam alıyor. Sonra şeftalileri döküp gene karıştırıyor. Bir tavada yağın yarısını eritip şeftalilerin üzerine döküyor, karıştırmaya devam ediyor. Daha sonra az ısınmış tavaya şeftalileri simetrik şekilde diziyor, kalan yağı ilave ediyor, ocakta bir süre tutuyor. Tavanın kenarlarındaki yağlar kaynamaya başlayınca, ocaktan alıyor, 250 derecedeki fırına sürüyor, 30-35 dakika bekletip çıkarıyor.
Meyveli hafif, harika bir tatlı olmuştu Cem’in Şeftali Tatlısı
Siz de yapıp, Afiyetle yiyebilirsiniz…


BİR YENİLİK YAPMAK İSTER MİSİNİZ?

Size CEMİN KAHVALTI KASESİNİ öneririm…

Marketlerde satılan Mısır Gevreği’ni alıyorsunuz.
Bir yemek kasesine,
Bir avuç mısır gevreği,
Bir mevsim meyvesi….Nar olabilir, kokulu kara üzüm olabilir, muz olabilir veya başka bir meyve,
Bir dilim Sarı Kavun,
Bir dilim kırmızı kavun, Bunu Türkiyede bulmak mümkün mü bilmiyorum…
Kasenin içindeki malzemeyi örtecek kadar Yoğurt,
Bunları iyice karıştırıp, afiyetle kaşıklıyorsunuz…
Yanında limonlu Cincır Çayı güzel gidiyor…
Hem Pratik, hem besleyici hem iştah açıcı…