20 Nisan 2010 Salı

TÜRKLERİN YARATILIŞI

BİZ TÜRKLER, DAĞLARI ERİTEN, GÖKLERİ TİTRETEN, BOZKIRLARIN EFENDİSİ, DÜNYANIN HAKİM'İ, TANRININ ASKERLERİYİZ..

TÜRKLERİN YARATILIŞI

Tevrat Nuh TUFANI sonrasını çok teferruatlı anlatır ve bize TÜRKLERİN yaratılışı ile ilgili bilgiler verir, der ki
“Ve gemiden çıkan NUH’un oğulları SAM, HAM ve YAFES idiler. Ve bütün yeryüzüne yayılan insanlar bunlardan oldu… KENAN’ın atası HAM, Babası Nuh’a karşı bir ayıp işledi. SAM ile YAFES bu ayıbı örttüler…Ve NUH: ‘KENAN’I lanetledi!..Kardeşlerine kullar kulu olacak dedi.!
Tekvin Bölümü 10/21’de ALLAH, YAFES’e genişlik versin!..SAM’ın çadırlarında otursun!..diye devam eder.
YAFES’İN yedi çocuğundan biri olan Gomer'in TÜRKLERİN atası olduğu bildirilmektedir.
Kuranı Kerimde, Saffat Suresi 75-77 ayetler:
‘’Andolsun Nuh bize dua etmişti de ne güzel kabul etmiştik.
Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. •
Ancak O'nun soyunu sürekli kıldık. ‘’•
peygamber efendimiz de ‘O'nun soyunu sürekli kıldık’ ayetine şu açıklamayı yapmıştır. 'bunlar ham, sam ve yafes'dir..

ERGENEKONDAN ÇIKIŞ


YAFES’in torunu TÜRKLER, dünyaya EN ÇOK YAYILAN MİLLET olma özelliğine de sahiptirler. Aynı zamanda dünyada EN ÇOK DEVLET KURMUŞ OLAN MİLLET olma imtiyazını da ellerinde bulundurmaktadırlar!.. TÜRKLER 900 yıllarından itibaren Arapların çadırlarında, ülkelerinde oturmaya başlamışlardır.
18 ve 19.asırda TÜRKİYE dışındaki Türkler bir sure esaret altında yaşamak durumunda kalmışlardı. Çok şükür ki, 1990′dan itibaren esaret altında yaşayan Türk boyları kalmamış, birer birer bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Eminiz ki, TÜRK KAVMİNİN SEÇİLMİŞ OLDUĞU ve DİĞER MİLLETLERDEN ÜSTÜNLÜĞÜ, bir kere daha kendini gösterecektir.
OSMANLILAR da kendi soylarını bu silsileye bağlar. FATİH döneminde hazırlanan soy ağaçlarında Osman Bey Nuh peygamberin 52. göbekten torunu ilan edilir.
Bu soyağacında Oğuz Hanın 6 oğlundan biri olan KAYI HAN Osmanoğullarının diğer Türk hanedanları karşısında iktidarın gerçek ve meşru sahibi olduğu gösterilmeye çalışılır.
TÜRK adı bazı metinlerde, TURANÎ ırk olarak ta geçer.
Turanî, Milattan önceye dayanan, bir ırk birliği içerisinde bulunup, bugün başlıca Avrasya bölgesinde geniş bir coğrafyaya yayılan halklar demekti. TÜRKLER de bu ırk birliği içindedirler. Bugün Turanî halkların içine alınanlar:
Estonlar, Macarlar, Finler, Japonlar, Koreliler, Tunguslar, Bulgarlar, Moğollar
Turan Irkının birliğine de TURANCILIK denmiştir.
Turancılık, tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan siyasi görüştür.
Ancak günümüz Türk Siyasi Literatürü'nde Turancılık diğer Turanî kavimleri dışarıda bırakarak, dünyada bütün Türklerin tek çatı altında birleştirilmesini hedef alan
"TÜRK BİRLİKÇİLİK" anlamını taşımaktadır.
Turancılık Türkçülük demek değildir. Soy ve dil olarak birbiriyle akraba olan birçok halkdan oluşur .
Turan halklarının kökeni sümerlere kadar dayanır.
Turancılık Türkçülük olmadığı gibi ırkçılık veya faşizm de değildir. Çünkü Turan halkları tek bir ırk değildir. bugün Macaristan'dan Japonya'ya kadar birçok yerde Turan dernekleri, cemiyetleri, bulabilirsiniz.
Ayrıca Turan halkları tarih boyunca özellikle komunist Sovyetler ve Çin tarafından etnik ve kültürel bir yıkıma maruz kalmışlardır. Turan halkalarının çoğu bağımsızlığını kazanmışlar, insanlar tarihlerini, kültürlerini, dillerini yeniden benimsemeye başlamıştır.
Ziya Gökalp Turancı düşüncenin özetini şöyle yapmıştırr:
Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.
‘’TÜRK” sözünü, Türk devletinin resmi adı olarak kullanan ilk siyasi kuruluş GÖKTÜRK imparatorluğu’dur. Göktürk döneminde Türk adı, hem Türk devletini, hem de Türk milletini ifade emek üzere geniş anlamda kullanılmıştır.

Orta Asya’da sert ve acımasız bir iklimin kucağında yaşayan Türk insanın da, ister istemez bu iklimin kalıcı damgasını taşıması, hiç şüphesiz kaçınılmaz olmuştur. Orta Asya’da dünyaya gözlerini açan her Türk, kendini acımasız bir tabiatın ve iklimin kucağında buluyordu. Onun hayatta kalabilmesi ve varlığını devam ettirebilmesi için, içinde bulunduğu tabiatın ve iklimin istediği karakteri alması gerekiyordu. İşte Türkler, Orta Asya’nın son derece sert iklim ve tabiat şartlarına karşı devamlı bir mücadelenin içine girmişlerdir.
Türkler, Orta Asya’nın sert ve acımasız tabiat-iklim koşullarına karşısında ezilmediler. Aksine içinde yaşadıkları coğrafyanın sert rüzgarıları, dondurucu soğukları ve yıkıcı sıcakları onların ruhlarını ve bedenlerini sertleştirdi ve çelikleştirdi.
Daha da önemlisi diğer toplumlarda görülmeyen yüksek insani meziyetlerin onların Türkler’in şahsında doğmasını ve yerleşmesini sağladı
Sonunda Orta Asya’nın gerektirdiği karakteri aldılar.
Bu karakterinin başlıca özellikleri şunlar olmuştur.
*Maddi ve manevi dayanıklılık, demir gibi bir iradeye sahip oldular. Yapmak veya yapmamak için iktidar, güç sahibi oldular.
*Kendine güvenen, disiplinli bir ırk oldular. Düzenli ve ahenkli olmak için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî, saygı, töre ve terbiye sahibi oldular.
*Kararlı, ileri görüşlü ve kanaatkar oldular. Aç gözlü değillerdi, hırslı olmadılar. Az da da olsa Kısmetinden fazlasına göz dikmediler. Helâl ile yetindiler, haramı istemediler. *Ruhlarına özrgürlük ve bağımsızlık yerleşti.
Ayrıca iç dayanışmanın icabı olarak

* Fedakarlık kazandılar. Milleti uğruna her türlü zahmetlere göğüs gererek sebat ettiler.,
* Sadık ve Dost oldular. Birbirlerine Allah için, kalbden bağlandılar, samimi dostluk kurdular.
* Cenab-ı Hak'tan başka hiç kimseye minnet etmeden yaşama refleksi kazandılar,
* Ahde Vefa, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat etme gibi hasletler kazandılar.,
* Mertlik yiğitlik, yüreklilik kazandılar.,

.
*Ve konuksever oldular..
Bu yüksek meziyetler Türk topluluklarını ayakta tutan değerler olmuştur. Türkler’in manevi gücünü son derece artırmış ve ona tartışma götürmez bir üstünlük sağlamıştır. Böylece Türkler, tarihte sayılarıyla orantılı olmayacak kadar büyük işler başarmışlardır.
Kuran-ı Kerimde Türklerden bahsedilir
Fetih Suresi16. Ayet: Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: “Siz yakında çok zorlu savaş veren bir kavimle çarpışmaya çağrılacaksınız. Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verecektir. Yok eğer önceden döndüğünüz gibi yüz çevirirseniz, Allah sizi acıklı bir azapla cezalandırır”.
Talas savaşında Zalim Haccac 12 bin Türkü KIYMA KIYMA doğrattı, esirleri öldürttü. Müslümanlığın Türk dünyasında yayılması yerine NEFRET ve zulüm tohumları attı.
Maide Suresi54.Ayet: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.
BU AYET GELDİĞİNDE Resulullah’a soruldu: O zaman Resulullah, “Türkçeyi öğrenin, çünkü Türkçede SALTANAT vardır”. “bu millet kimdir? Türkler midir?” diye kuşku duyulmayacak biçimde Resulullah sözünü açık söyledi.
Hz Peygamber’den rivayet edildiği söylenen bir hadis te şu;
Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki, ‘’benim bir ordum vardır, adını Türk koydum ve onları doğu ülkelerine yerleştirdim Herhangi bir kavme öfkelendiğim zaman Türkleri onların başına musallat ederim ”

sahih bir hadis midir bilmiyoruz, hadisin ifadelerinde de tutarlılık görünmüyor.
Miladi dokuzuncu asırda, Türkler İslam’ın Hilali ile tanıştı. Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han’ın oğlu Satuk Buğra Han on iki yaşlarında, Maveraün Nehir ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samanlı Devleti şehzadelerinden Nasır Bin Ahmet’le Artuç’ta tanışıp, Ondan İslamiyeti öğrenmiş, “Abdülkerim” adını almış, yirmi beş yaşına kadar orada ki Müslümanlarla birlikte yaşamıştı. Daha sonra Müslüman olduğunu açıklamış, Karahanlı Devletinin Hükümdarı olan amcasını tahttan indirip kendisi hükümdar olumuş, Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaymaya başlamıştı.
Bu ırk, bu gözü pek, yiğit ve savaşçı millet, ruh yapısı olarak ta yumuşak ve uysaldı. İslamiyet'te fıtratının karşılığını bulmuştu.
AyrıcaTürkler ruha ve ruhun ölmezliğine, öldükten sonra dirilmeye, Gök Tengri’ye, yani tek Tanrı'ya inanıyor, Tanrı’ya kurbanlar kesiyorlardı.Türklerin yaşayışlarının İslamın yaşayışına, Türklerin “Tanrı” inancının, İslamiyetin “Allah” inancına yakınlığı, yani “Tevhit İnancı” bu yeni dinin Türkler arasında kolayca yayılmasına, İslamiyeti severek, isteyerek kabul etmelerine neden olmuştu. Abdülkerim Satuk Bugra Han da bu dini Türk imparatorluğunun resmi dini ilan etmişti.
Rivayet olunur ki:*
“Hz. Muhammed Burak'a binip, göklere yükseldiği "Mirâc Gecesinde" gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür, bunların kim olduklarını Cebrail'den sorar öğrenirdi. Bunlardan başka aralarında biri daha vardı Cebrail'e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail : " Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan'da sizin dininizi yayacak olan bu ruh "Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır. Hz. Muhammed miraçtan döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua ederdi.
Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak dünyaya geldi.
Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini istemişler. Satuk Buğra Hanı, annesi :" Durun hele daha çocuktur. Büyüsün gerçekten Müslüman olursa o zaman öldürürsünüz." diyerek ölümden kurtarmış.
Türk dünyası Arapları yeniden ÇÖLLERE sürüp, İslamiyeti geldiği yere geri sürecekti.
İşte bu MUCİZEler, Ayeti Kerimede zikredilen “Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar”, sırrınca, Satuk Buğra Han Müslüman oldu. Bu bir mucizeydi. Çünkü Türkler içinde en milliyetçi ve cengaver ve de İNTİKAMCI devlet KARAHANLILAR’dır. Arabistan’a İslamiyeti geri sürecek ve Batı Göktürklerin öldürülmesinin hesabını soracaklardı.
Türklerin Müslüman olmaları hem İslâm tarihi, hem Türk tarihi bakımından, bütün dünya için çok önemli bir olaydır. Türkler birliğe kavuşmuş ve eriyip yok olmaktan kurtulmuşlardır. Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk topluluğu yoktur. Sonradan Müslüman olup da ardından asimile olan hiçbir Türk topluluğu yoktur. Ama Türk soyundan gelmiş birçok topluluklar vardır ki, bunlar İslâm’dan başka dinlere girmekle hem dillerini hem köklerini unutmuşlar, tamamen karakter değiştirerek kaybolup gitmişlerdir. Tuna Bulgarları bunun tipik örneğidir. Bu Türk topluluğu Hıristiyan olarak Slavlaşmış, bambaşka bir millet olmuştur. Şimdiki Bulgarların Türklükle en ufak bir ilişkisi kalmamıştır.
Müslüman olmaları sayesinde Türkler tarih sahnesinde üstün millet sıfatıyla yaşamlarını devam ettirdiler. Müslüman olunca, henüz teşekkül etmemiş İslâm medeniyetini oluşturmaya başlamışlardır. Arapların ve İranlıların da katkısı olmuştur. İslâm cephesine girmiş olmaları onları Asya bozkırlarından Yakın Doğu’ya getirdi ve orada yerleşip kalmalarına neden oldu. Bu suretle Türkler tutuna bilecekleri, büyük ve istikrârlı devlet kurabilecekleri bir bölgeye yerleşmiş oldular.
Diğer taraftan, İslâm alemi de Türklerin katılmasıyla bünyesinde taze bir kan buldu. Türkler İslâm’ı kendileri için bir ‘Milli Din’ olarak kabul ettiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak 11. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının bütün düşman kuvvetlerine karşı korunması işini tek başına yüklenmiş oldular.
Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, bir milletti. İslâm, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk Milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi
Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler. Batıda Haçlı Seferleri’ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturulmuş, böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur. Bin yıla yakın bir süre Türkler, Müslümanlığın bayraktarlığını yapmıştır. Gazneli Mahmud’un Hindistan’a kadar yaptığı seferler sonucunda Müslümanlık Hindistan’a kadar ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş’in temelleri atılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlar’a yerleştiler. Arnavutlar, Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu dönemde Müslüman oldular. İslamın adaletini ve Türkün gücünü Avrupa içlerine, Viyanaya kadar götürdüler.
Şu anda vizesiz gidemedigimiz onlarca devlet Osmanlının vilayeti idi, Osmanlıya haraç veriyordu.
Türk Töresinde Hakan; kamu yararını kendi menfaatlerinin üzerinde tutmak zorundadır. Tarihimize bakıldığında, devlet yönetimi anlayışımızda kamu yararını üstün tutma anlayışı oldukça gelişmiştir.Türk devletlerinde kamu yararı her şeyin üstündedir.
Bilge Kağan Orhun yazıtları vasıtasıyla günümüze şöyle seslenmektedir:
‘’Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Aç milleti tok kıldım.’’
Yine Ertuğrul Beyin Osman Gazi ye vasiyetide Kamu yararının gözetilmesi gerekliliği ile ilgili öğütlerle doludur.
Atatürk ‘’Hürriyet ve istiklal karakterimdir.’’ Diye başlayan meşhur sözünde de Cumhuriyetin iki temel dayanağı olan Hürriyet ve istiklal kavramlarının Türk Milleti için taşıdığı öneme dikkat çekmiştir. Türkler hürriyet ve istiklalsiz yaşayamazlar. Bu mana da Cumhuriyet Türk Milletinin hür karakterine gayet uygun bir yönetim şeklidir.

Her başarılı kamutanın “hocası kim” diye sorarlar.
Alp Aslan’ın Melikşah’ın , hocası ve baş veziri Nizamülmülk idi. Nizamülmülk’ün Selçuklu Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak organize edilişinde büyük rolü vardır.. Adaleti gerçekleştirmeğe çalıştı ve şiirler yazdı. Nizamülmülk’ün yazdığı Siyasetname adlı değerli eserini de Kurduğu Nizamiye Mdereselerinde ders olarak okuttu..
Ahmed ibn-i Kemal Paşa’nın gölgesine girmese Yavuz, Yavuz olamazdı,
Akşemseddin ve Molla Gürani cesaret vermese Fatih İstanbul’a yaklaşamazdı…
Timur’un ardında Şah-ı Nakşibend Hazretleri vardı,
Osman Gazi’nin elinden Şeyh Edebali tutar.
Zenbilli Ali Efendi, Ebu Suud Efendi, Yahya Efendi ve Aziz Mahmud Hüdai, sultanların ufkunu açarlar dı, zaten onlar “hünkar şeyhi” diye anılırlar

Önemle ifade etmekisterim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini ‘’Müslüman’’ tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi, Fâtih’den veya Osmanlı Padişahlarından bahsederken de Büyük Türk tabirini kullanmaktadırlar. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler

OĞUZ HAN

TÜRKLERİN ATASI
OĞUZ HAN
ALP ER TUNGA
METE HAN


Tarihteki ilk büyük Türk devleti olan Büyük Hun İmparatorluğunun Büyük Hakanıdır. Türklerin siyasi bir topluluk olarak ilk tarih sahnesine çıkmaları Hun (Hiung-nu'lar hükümdarlığı ile olmuştur. Başlangıcı hususunda tartışmalar olsa da Türklerin tarihi, dünya tarihinin önemli bir parçasıdır.
Hun İmparatorluğunun Büyük Hükümdarı Oguz Han Destanlaşmış bir Türktür. Oğuz Han’ın Türkçe’deki başka bir adının Alp Er Tunga olduğu, aynı ismin Çin kaynaklarında Mete olarak geçtiği rivayet olunur.
Oğuz Han’a semavi bir kişilik verenler, Vahye mahzar olmuş diyenler de var..
Hun İmparatorluğu hükümdarı Teoman’ın oğludur. Teoman’ın başka bir karısından ve Oğuz Han’dan yaşça küçük bir oğlunun annesi, kendi oğlunu tahta geçirmek için çareler aradı ve sonunda Teoman’ı kandırarak Oğuz Han’ı güney-batı komşuları olan Kuşanlara rehin yollattı. O dönemdeki hukuk anlayışına göre, rehin, barış teminatı demekti. Oğuz Han’ın üvey annesi, oğlunun tahta geçmesini garantilemek için, Teoman’ı bir kere daha kandırarak Kuşanlara savaş açtırdı. Anlaşma bozulduğundan, Oğuz Han’ın Kuşanlar tarafından öldürülmesi gerekiyordu. Fakat Oğuz Han, süratle ülkesine kaçtı. Babası buna sevindi ve ödül olarak ona 10 bin asker ve bir vilayet verdi. Oğuz Han, yakaladığı bu imkanı iyi kullandı. Kahramanlık ve teşkilatçılık gibi özelliklerini kullanarak, kin duyduğu babasına karşı askeri hazırlığa başladı. Elindeki orduyu bir savaş makinesi haline getiren Oğuz Han, alışılagelmiş bir silah olan oku da geliştirerek menzilini uzattı. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra, babasının üzerine yürüdü ve onu yenerek M.Ö. 200 lü yıllarda Hun tahtına çıktı.
Büyük Hun İmparatorluğu’nun başına geçen Oğuz Han’ın ilk işi, Hazar Denizi’ne kadar olan bölgedeki bütün Türk boylarını da hakimiyeti altında toplamak oldu. Türk boylarını birleştirerek ilk defa Türk birliğini kuran Oğuz Han’ın devletinde, boylar iç işlerinde serbestti. Bu gelenek Osmanlılara kadar geldi. Boylar, merkezî devlete sadece vergi ya da haraç vermek ve asker hazırlamakla yükümlüydü. Oğuz Han, M.Ö. 200-174 yılları arasında geçen kağanlığı sırasında, devamlı savaş halinde oldu. Ülkesinin sınırları Hazar Denizi’nden Hint Okyanusu’na, Himalayalar’dan Sibirya’ya kadar genişledi. Hun saldırılarına karşı inşa edilen Çin Seddi bile Oğuz Han ordularını durdurmaya yetmedi. Oğuz Han, bir seferde 320 bin kişilik bir orduyla Çin’in içlerine daldı. Çin Hükümdarı Kao-Ti’yi, ülkesinin kuzey bölgelerini Hunlara terk ederek, Hun devletine vergi ödemeye mecbur bıraktı. Çinliler, 60 yıl süreyle vergi ödedi. Oğuz Han M.Ö. 174 yılında ölmüştür.


OGUZ HAN
Oğuz Han, Oğuz Destanı’nda şöyle tasvir edilir: “Samur omuzlu, kurt belli bir yiğitti. Gözlerinin içi nur, avuçlarının içi kandı. Kırk gün anasının sütünü emdi, bir daha emmedi. İki üç yaşında iken ata binmeye başladı. Yetişip aklı erer yaşa gelince Oğuz’a haber verdiler ki yakın ormanda bir canavar türemiş, bir iki şehrin sürülerine ve insanlarına aman vermiyor. Oğuz Han Ormana gitti, bir geyik buldu ve ortalıkta bir ağaca bağladı gitti. Ertesi gün gelince geyiği yenmiş buldu. Bu sefer bir ayı buldu, yine o ağaca bağladı ve gitti. Daha sonra geldiğinde onun da kemiklerine rastladı. Bu defa kendisi o ağaca dayanıp gecelemeye başladı. Hazır ava alışan canavar geldiğinde, başıyla Oğuz’un kalkanına dokundu, dövüştüler; o, canavarı yendi. Kesti başını getirdi; komşu şehir ve köy halkı düğün bayram ettiler. Büyükler bir araya gelip kendilerini bayrağı altında birleştirecek olanın bu Oğuz olduğunu anladılar. Hepsi onun çevresine toplandılar.”
OĞUZ HAN’IN DUASI
Ulu Tanrı,
Güzel Tanrı,
Görklü Tanı,
Gök Tanrı
Sen Türk’ü, Türk Yurtlarını Koru!..
TÜRK’ü yiğitlikte daim et !
TÜRK’ü erlik davasıyla yaşat !
TÜRK’ü gerçekçi yap !
TÜRK’ün gönlüne her şeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK’lük sevgisini koy !
TÜRK’ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar !
Törelerini canları gibi saklat !
TÜRK’e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti ver !
TÜRK’ü faal, cevval et.
TÜRK’e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin!
TÜRKÜ Düşman şerrinden sakla !
Güzel Tanrı
TÜRK’ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret !
Namussuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi !
Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et !
Dönek TÜRK yaratma !
TÜRK’ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !
TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin !
TÜRK’e tabiata karşı sevgi ver !
TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın !

Geleceğin Türk savaşçısı, askeri eğitime daha çocukluk çağında başlamaktaydı. Özellikle çocukların oynadıkları oyunlar, askeri eğitim için önemli bir vasıta olmaktaydı.
Mesela annesinin yardımından kurtulup yürümeye başlayan Türk çocukları ”koyunların sırtına binerek, önce farelere, gelinciklere ve kuşlara, daha sonra tilkilere ve tavşanlara ok atmak ” şeklinde oynadıkları oyunlarla adeta ilk askeri eğitimlerini yapmaktaydılar. Çocuklar bununla kalmayıp oyuna başladıkları askeri eğitime tıpkı yetişkinler gibi atlara binmekle devam etmekteydiler.
Her Türk savaşçısı ata binmeyi ve at üzerinde ok atmayı da çocukluk çağında öğrenmekteydi. Hatta, Kazak Türkleri konar-göçerlerinde 3-4 yaşlarındaki çocukların rahatça ata binebilmeleri için özel eyer takımları bile vardı. Çocuklar kendilerine sağlanan bu imkanlarla daha önce koyun sırtında yaptıklarını bu defa at üzerinde tekrarlayarak eğitimlerini pekiştirmekteydi. Böylece onlar gençlik çağına gelip Türk ordusuna katıldıklarında çok iyi ata binmekte ve at sırtında ok atabilmekteydiler. Bundan sonra sıra at sırtında silahları kullanmakta ve yeteneği geliştirmekteydi.
Türk orduları, saldırı durumuna göre eğitilmekte ve düzenlenmekteydi. Eğitimler, genellikle canlı ve hareketli hedefler üzerinde yapılmaktaydı. Bu hususta ; avlar, yarışlar ve çeşitli sportif faaliyetler savaş eğitimi için birer vasıta olarak kullanırlardı

Eski Türk askeri eğitimi ; emre itaat, anında karar verme ve gösterilen hedefi vurma gibi bugün de geçerli temel ilkelere dayanmaktaydı. Tarihi kayıtlara göre bu ilkelere dayanan eğitimi ilk defa Büyük Hun Hükümdarı Başbuğ Mete uygulamıştır.
Türkler atlı kavimdi. Atlı kavim, at yetiştiren ve hayatı at üstünde geçen, hatta yere atın ayaklarıyla basan kavim demekti. At hız demek, savaş demek, savaşta galibiyet demekti. . At sahibinin rütbesine, makam ve mevkiine uygun giysilerle giydirilip, kuşandırılan, süslenip bezenen insanlaşmış bir dosttu. Kaderi insan kaderine bağlı olan bu duygusal hayvanları Türkler adam yerine koymuşlardı. Onun için de ordular yalnızca insan demek değil, biraz da atlar demekti. Türkler devrin en hareketli ve en etkili askerine sahipti. Çünkü ordularının çoğu atlıydı.

Kaşkarlı Mahmut , Divân-ı Lügati't-Türk'ün önsözünde

Tanrı'nın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türkler'in eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türkler'e herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.

TÜRKLERİN KAREKTERLERİ

Orta Asya’da sert ve acımasız bir iklimin kucağında yaşayan Türk insanın da, ister istemez bu iklimin kalıcı damgasını taşıması, hiç şüphesiz kaçınılmaz olmuştur. Orta Asya’da dünyaya gözlerini açan her Türk, kendini acımasız bir tabiatın ve iklimin kucağında buluyordu. Onun hayatta kalabilmesi ve varlığını devam ettirebilmesi için, içinde bulunduğu tabiatın ve iklimin istediği karakteri alması gerekiyordu. İşte Türkler, Orta Asya’nın son derece sert iklim ve tabiat şartlarına karşı devamlı bir mücadelenin içine girmişlerdir.
Türkler, Orta Asya’nın sert ve acımasız tabiat-iklim koşullarına karşısında ezilmediler. Aksine içinde yaşadıkları coğrafyanın sert rüzgarıları, dondurucu soğukları ve yıkıcı sıcakları onların ruhlarını ve bedenlerini sertleştirdi ve çelikleştirdi.
Daha da önemlisi diğer toplumlarda görülmeyen yüksek insani meziyetlerin onların Türkler’in şahsında doğmasını ve yerleşmesini sağladı
Sonunda Orta Asya’nın gerektirdiği karakteri aldılar.
Bu karakterinin başlıca özellikleri şunlar olmuştur.
*Maddi ve manevi dayanıklılık, demir gibi bir iradeye sahip oldular. Yapmak veya yapmamak için iktidar, güç sahibi oldular.
*Kendine güvenen, disiplinli bir ırk oldular. Düzenli ve ahenkli olmak için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî, saygı, töre ve terbiye sahibi oldular.
*Kararlı, ileri görüşlü ve kanaatkar oldular. Aç gözlü değillerdi, hırslı olmadılar. Az da da olsa Kısmetinden fazlasına göz dikmediler. Helâl ile yetindiler, haramı istemediler.

*Ruhlarına özrgürlük ve bağımsızlık yerleşti.
Ayrıca iç dayanışmanın icabı olarak

* Fedakarlık kazandılar. Milleti uğruna her türlü zahmetlere göğüs gererek sebat ettiler.,
* Sadık ve Dost oldular. Birbirlerine Allah için, kalbden bağlandılar, samimi dostluk kurdular.
* Cenab-ı Hak'tan başka hiç kimseye minnet etmeden yaşama refleksi kazandılar,
* Ahde Vefa, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat etme gibi hasletler kazandılar.,
* Mertlik yiğitlik, yüreklilik kazandılar.,

*Ve konuksever oldular..


Bu yüksek meziyetler Türk topluluklarını ayakta tutan değerler olmuştur. Türkler’in manevi gücünü son derece artırmış ve ona tartışma götürmez bir üstünlük sağlamıştır. Böylece Türkler, tarihte sayılarıyla orantılı olmayacak kadar büyük işler başarmışlardır.
Kuran-ı Kerimde Türklerden bahsedilir
Fetih Suresi16. Ayet: Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: “Siz yakında çok zorlu savaş veren bir kavimle çarpışmaya çağrılacaksınız. Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verecektir. Yok eğer önceden döndüğünüz gibi yüz çevirirseniz, Allah sizi acıklı bir azapla cezalandırır”.

Talas savaşında Zalim Haccac 12 bin Türkü KIYMA KIYMA doğrattı, esirleri öldürttü. Müslümanlığın Türk dünyasında yayılması yerine NEFRET ve zulüm tohumları attı.

Maide Suresi54.Ayet: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.

BU AYET GELDİĞİNDE Resulullah’a soruldu: O zaman Resulullah, “Türkçeyi öğrenin, çünkü Türkçede SALTANAT vardır”. “bu millet kimdir? Türkler midir?” diye kuşku duyulmayacak biçimde Resulullah sözünü açık söyledi.

Hz Peygamber’den rivayet edildiği söylenen bir hadis te şu;
Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki, ‘’benim bir ordum vardır, adını Türk koydum ve onları doğu ülkelerine yerleştirdim Herhangi bir kavme öfkelendiğim zaman Türkleri onların başına musallat ederim ”

sahih bir hadis midir bilmiyoruz, hadisin ifadelerinde de tutarlılık görünmüyor.

Miladi dokuzuncu asırda, Türkler İslam’ın Hilali ile tanıştı. Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han’ın oğlu Satuk Buğra Han on iki yaşlarında, Maveraün Nehir ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samanlı Devleti şehzadelerinden Nasır Bin Ahmet’le Artuç’ta tanışıp, Ondan İslamiyeti öğrenmiş, “Abdülkerim” adını almış, yirmi beş yaşına kadar orada ki Müslümanlarla birlikte yaşamıştı. Daha sonra Müslüman olduğunu açıklamış, Karahanlı Devletinin Hükümdarı olan amcasını tahttan indirip kendisi hükümdar olumuş, Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaymaya başlamıştı.
Bu ırk, bu gözü pek, yiğit ve savaşçı millet, ruh yapısı olarak ta yumuşak ve uysaldı. İslamiyet'te fıtratının karşılığını bulmuştu.
Ayrıca Türkler ruha ve ruhun ölmezliğine, öldükten sonra dirilmeye, Gök Tengri’ye, yani tek Tanrı'ya inanıyor, Tanrı’ya kurbanlar kesiyorlardı.Türklerin yaşayışlarının İslamın yaşayışına, Türklerin “Tanrı” inancının, İslamiyetin “Allah” inancına yakınlığı, yani “Tevhit İnancı” bu yeni dinin Türkler arasında kolayca yayılmasına, İslamiyeti severek, isteyerek kabul etmelerine neden olmuştu. Abdülkerim Satuk Bugra Han da bu dini Türk imparatorluğunun resmi dini ilan etmişti.
Rivayet olunur ki:*
“Hz. Muhammed Burak'a binip, göklere yükseldiği "Mirâc Gecesinde" gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür, bunların kim olduklarını Cebrail'den sorar öğrenirdi. Bunlardan başka aralarında biri daha vardı Cebrail'e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail : " Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan'da sizin dininizi yayacak olan bu ruh "Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır. Hz. Muhammed miraçtan döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua ederdi.
Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak dünyaya geldi

SATUK BUGRA HAN

Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini istemişler. Satuk Buğra Hanı, annesi :" Durun hele daha çocuktur. Büyüsün gerçekten Müslüman olursa o zaman öldürürsünüz." diyerek ölümden kurtarmış.
Türk dünyası Arapları yeniden ÇÖLLERE sürüp, İslamiyeti geldiği yere geri sürecekti.
İşte bu MUCİZEler, Ayeti Kerimede zikredilen “Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar”, sırrınca, Satuk Buğra Han Müslüman oldu. Bu bir mucizeydi. Çünkü Türkler içinde en milliyetçi ve cengaver ve de İNTİKAMCI devlet KARAHANLILAR’dır. Arabistan’a İslamiyeti geri sürecek ve Batı Göktürklerin öldürülmesinin hesabını soracaklardı.
Türklerin Müslüman olmaları hem İslâm tarihi, hem Türk tarihi bakımından, bütün dünya için çok önemli bir olaydır. Türkler birliğe kavuşmuş ve eriyip yok olmaktan kurtulmuşlardır. Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk topluluğu yoktur. Sonradan Müslüman olup da ardından asimile olan hiçbir Türk topluluğu yoktur. Ama Türk soyundan gelmiş birçok topluluklar vardır ki, bunlar İslâm’dan başka dinlere girmekle hem dillerini hem köklerini unutmuşlar, tamamen karakter değiştirerek kaybolup gitmişlerdir. Tuna Bulgarları bunun tipik örneğidir. Bu Türk topluluğu Hıristiyan olarak Slavlaşmış, bambaşka bir millet olmuştur. Şimdiki Bulgarların Türklükle en ufak bir ilişkisi kalmamıştır.
Müslüman olmaları sayesinde Türkler tarih sahnesinde üstün millet sıfatıyla yaşamlarını devam ettirdiler. Müslüman olunca, henüz teşekkül etmemiş İslâm medeniyetini oluşturmaya başlamışlardır. Arapların ve İranlıların da katkısı olmuştur. İslâm cephesine girmiş olmaları onları Asya bozkırlarından Yakın Doğu’ya getirdi ve orada yerleşip kalmalarına neden oldu. Bu suretle Türkler tutuna bilecekleri, büyük ve istikrârlı devlet kurabilecekleri bir bölgeye yerleşmiş oldular.
Diğer taraftan, İslâm alemi de Türklerin katılmasıyla bünyesinde taze bir kan buldu. Türkler İslâm’ı kendileri için bir ‘Milli Din’ olarak kabul ettiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak 11. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının bütün düşman kuvvetlerine karşı korunması işini tek başına yüklenmiş oldular.
Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, bir milletti. İslâm, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk Milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi
Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler. Batıda Haçlı Seferleri’ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturulmuş, böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur. Bin yıla yakın bir süre Türkler, Müslümanlığın bayraktarlığını yapmıştır. Gazneli Mahmud’un Hindistan’a kadar yaptığı seferler sonucunda Müslümanlık Hindistan’a kadar ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş’in temelleri atılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlar’a yerleştiler. Arnavutlar, Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu dönemde Müslüman oldular. İslamın adaletini ve Türkün gücünü Avrupa içlerine, Viyanaya kadar götürdüler.
Şu anda vizesiz gidemedigimiz onlarca devlet Osmanlının vilayeti idi, Osmanlıya haraç veriyordu.
Türk Töresinde Hakan; kamu yararını kendi menfaatlerinin üzerinde tutmak zorundadır. Tarihimize bakıldığında, devlet yönetimi anlayışımızda kamu yararını üstün tutma anlayışı oldukça gelişmiştir.Türk devletlerinde kamu yararı her şeyin üstündedir.
Bilge Kağan Orhun yazıtları vasıtasıyla günümüze şöyle seslenmektedir:
‘’Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Aç milleti tok kıldım.’’
Yine Ertuğrul Beyin Osman Gazi ye vasiyetide Kamu yararının gözetilmesi gerekliliği ile ilgili öğütlerle doludur.
Atatürk ‘’Hürriyet ve istiklal karakterimdir.’’ Diye başlayan meşhur sözünde de Cumhuriyetin iki temel dayanağı olan Hürriyet ve istiklal kavramlarının Türk Milleti için taşıdığı öneme dikkat çekmiştir. Türkler hürriyet ve istiklalsiz yaşayamazlar. Bu mana da Cumhuriyet Türk Milletinin hür karakterine gayet uygun bir yönetim şeklidir.

Her başarılı kamutanın “hocası kim” diye sorarlar.
Alp Aslan’ın Melikşah’ın , hocası ve baş veziri Nizamülmülk idi. Nizamülmülk’ün Selçuklu Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak organize edilişinde büyük rolü vardır.. Adaleti gerçekleştirmeğe çalıştı ve şiirler yazdı. Nizamülmülk’ün yazdığı Siyasetname adlı değerli eserini de Kurduğu Nizamiye Mdereselerinde ders olarak okuttu..
Ahmed ibn-i Kemal Paşa’nın gölgesine girmese Yavuz, Yavuz olamazdı,
Akşemseddin ve Molla Gürani cesaret vermese Fatih İstanbul’a yaklaşamazdı…
Timur’un ardında Şah-ı Nakşibend Hazretleri vardı,
Osman Gazi’nin elinden Şeyh Edebali tutar.
Zenbilli Ali Efendi, Ebu Suud Efendi, Yahya Efendi ve Aziz Mahmud Hüdai, sultanların ufkunu açarlar dı, zaten onlar “hünkar şeyhi” diye anılırlar

Önemle ifade etmekisterim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini ‘’Müslüman’’ tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi, Fâtih’den veya Osmanlı Padişahlarından bahsederken de Büyük Türk tabirini kullanmaktadırlar. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler