20 Nisan 2010 Salı

TÜRKLERİN KAREKTERLERİ

Orta Asya’da sert ve acımasız bir iklimin kucağında yaşayan Türk insanın da, ister istemez bu iklimin kalıcı damgasını taşıması, hiç şüphesiz kaçınılmaz olmuştur. Orta Asya’da dünyaya gözlerini açan her Türk, kendini acımasız bir tabiatın ve iklimin kucağında buluyordu. Onun hayatta kalabilmesi ve varlığını devam ettirebilmesi için, içinde bulunduğu tabiatın ve iklimin istediği karakteri alması gerekiyordu. İşte Türkler, Orta Asya’nın son derece sert iklim ve tabiat şartlarına karşı devamlı bir mücadelenin içine girmişlerdir.
Türkler, Orta Asya’nın sert ve acımasız tabiat-iklim koşullarına karşısında ezilmediler. Aksine içinde yaşadıkları coğrafyanın sert rüzgarıları, dondurucu soğukları ve yıkıcı sıcakları onların ruhlarını ve bedenlerini sertleştirdi ve çelikleştirdi.
Daha da önemlisi diğer toplumlarda görülmeyen yüksek insani meziyetlerin onların Türkler’in şahsında doğmasını ve yerleşmesini sağladı
Sonunda Orta Asya’nın gerektirdiği karakteri aldılar.
Bu karakterinin başlıca özellikleri şunlar olmuştur.
*Maddi ve manevi dayanıklılık, demir gibi bir iradeye sahip oldular. Yapmak veya yapmamak için iktidar, güç sahibi oldular.
*Kendine güvenen, disiplinli bir ırk oldular. Düzenli ve ahenkli olmak için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî, saygı, töre ve terbiye sahibi oldular.
*Kararlı, ileri görüşlü ve kanaatkar oldular. Aç gözlü değillerdi, hırslı olmadılar. Az da da olsa Kısmetinden fazlasına göz dikmediler. Helâl ile yetindiler, haramı istemediler.

*Ruhlarına özrgürlük ve bağımsızlık yerleşti.
Ayrıca iç dayanışmanın icabı olarak

* Fedakarlık kazandılar. Milleti uğruna her türlü zahmetlere göğüs gererek sebat ettiler.,
* Sadık ve Dost oldular. Birbirlerine Allah için, kalbden bağlandılar, samimi dostluk kurdular.
* Cenab-ı Hak'tan başka hiç kimseye minnet etmeden yaşama refleksi kazandılar,
* Ahde Vefa, sözünde durma. Sevgi ve dostlukta sebat etme gibi hasletler kazandılar.,
* Mertlik yiğitlik, yüreklilik kazandılar.,

*Ve konuksever oldular..


Bu yüksek meziyetler Türk topluluklarını ayakta tutan değerler olmuştur. Türkler’in manevi gücünü son derece artırmış ve ona tartışma götürmez bir üstünlük sağlamıştır. Böylece Türkler, tarihte sayılarıyla orantılı olmayacak kadar büyük işler başarmışlardır.
Kuran-ı Kerimde Türklerden bahsedilir
Fetih Suresi16. Ayet: Araplardan, geri bırakılmış olanlara de ki: “Siz yakında çok zorlu savaş veren bir kavimle çarpışmaya çağrılacaksınız. Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir ödül verecektir. Yok eğer önceden döndüğünüz gibi yüz çevirirseniz, Allah sizi acıklı bir azapla cezalandırır”.

Talas savaşında Zalim Haccac 12 bin Türkü KIYMA KIYMA doğrattı, esirleri öldürttü. Müslümanlığın Türk dünyasında yayılması yerine NEFRET ve zulüm tohumları attı.

Maide Suresi54.Ayet: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.

BU AYET GELDİĞİNDE Resulullah’a soruldu: O zaman Resulullah, “Türkçeyi öğrenin, çünkü Türkçede SALTANAT vardır”. “bu millet kimdir? Türkler midir?” diye kuşku duyulmayacak biçimde Resulullah sözünü açık söyledi.

Hz Peygamber’den rivayet edildiği söylenen bir hadis te şu;
Aziz ve Celil olan Allah buyurur ki, ‘’benim bir ordum vardır, adını Türk koydum ve onları doğu ülkelerine yerleştirdim Herhangi bir kavme öfkelendiğim zaman Türkleri onların başına musallat ederim ”

sahih bir hadis midir bilmiyoruz, hadisin ifadelerinde de tutarlılık görünmüyor.

Miladi dokuzuncu asırda, Türkler İslam’ın Hilali ile tanıştı. Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han’ın oğlu Satuk Buğra Han on iki yaşlarında, Maveraün Nehir ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samanlı Devleti şehzadelerinden Nasır Bin Ahmet’le Artuç’ta tanışıp, Ondan İslamiyeti öğrenmiş, “Abdülkerim” adını almış, yirmi beş yaşına kadar orada ki Müslümanlarla birlikte yaşamıştı. Daha sonra Müslüman olduğunu açıklamış, Karahanlı Devletinin Hükümdarı olan amcasını tahttan indirip kendisi hükümdar olumuş, Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaymaya başlamıştı.
Bu ırk, bu gözü pek, yiğit ve savaşçı millet, ruh yapısı olarak ta yumuşak ve uysaldı. İslamiyet'te fıtratının karşılığını bulmuştu.
Ayrıca Türkler ruha ve ruhun ölmezliğine, öldükten sonra dirilmeye, Gök Tengri’ye, yani tek Tanrı'ya inanıyor, Tanrı’ya kurbanlar kesiyorlardı.Türklerin yaşayışlarının İslamın yaşayışına, Türklerin “Tanrı” inancının, İslamiyetin “Allah” inancına yakınlığı, yani “Tevhit İnancı” bu yeni dinin Türkler arasında kolayca yayılmasına, İslamiyeti severek, isteyerek kabul etmelerine neden olmuştu. Abdülkerim Satuk Bugra Han da bu dini Türk imparatorluğunun resmi dini ilan etmişti.
Rivayet olunur ki:*
“Hz. Muhammed Burak'a binip, göklere yükseldiği "Mirâc Gecesinde" gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür, bunların kim olduklarını Cebrail'den sorar öğrenirdi. Bunlardan başka aralarında biri daha vardı Cebrail'e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail : " Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan'da sizin dininizi yayacak olan bu ruh "Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır. Hz. Muhammed miraçtan döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua ederdi.
Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak dünyaya geldi

SATUK BUGRA HAN

Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler, çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini istemişler. Satuk Buğra Hanı, annesi :" Durun hele daha çocuktur. Büyüsün gerçekten Müslüman olursa o zaman öldürürsünüz." diyerek ölümden kurtarmış.
Türk dünyası Arapları yeniden ÇÖLLERE sürüp, İslamiyeti geldiği yere geri sürecekti.
İşte bu MUCİZEler, Ayeti Kerimede zikredilen “Ya onlarla çarpışırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar”, sırrınca, Satuk Buğra Han Müslüman oldu. Bu bir mucizeydi. Çünkü Türkler içinde en milliyetçi ve cengaver ve de İNTİKAMCI devlet KARAHANLILAR’dır. Arabistan’a İslamiyeti geri sürecek ve Batı Göktürklerin öldürülmesinin hesabını soracaklardı.
Türklerin Müslüman olmaları hem İslâm tarihi, hem Türk tarihi bakımından, bütün dünya için çok önemli bir olaydır. Türkler birliğe kavuşmuş ve eriyip yok olmaktan kurtulmuşlardır. Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk topluluğu yoktur. Sonradan Müslüman olup da ardından asimile olan hiçbir Türk topluluğu yoktur. Ama Türk soyundan gelmiş birçok topluluklar vardır ki, bunlar İslâm’dan başka dinlere girmekle hem dillerini hem köklerini unutmuşlar, tamamen karakter değiştirerek kaybolup gitmişlerdir. Tuna Bulgarları bunun tipik örneğidir. Bu Türk topluluğu Hıristiyan olarak Slavlaşmış, bambaşka bir millet olmuştur. Şimdiki Bulgarların Türklükle en ufak bir ilişkisi kalmamıştır.
Müslüman olmaları sayesinde Türkler tarih sahnesinde üstün millet sıfatıyla yaşamlarını devam ettirdiler. Müslüman olunca, henüz teşekkül etmemiş İslâm medeniyetini oluşturmaya başlamışlardır. Arapların ve İranlıların da katkısı olmuştur. İslâm cephesine girmiş olmaları onları Asya bozkırlarından Yakın Doğu’ya getirdi ve orada yerleşip kalmalarına neden oldu. Bu suretle Türkler tutuna bilecekleri, büyük ve istikrârlı devlet kurabilecekleri bir bölgeye yerleşmiş oldular.
Diğer taraftan, İslâm alemi de Türklerin katılmasıyla bünyesinde taze bir kan buldu. Türkler İslâm’ı kendileri için bir ‘Milli Din’ olarak kabul ettiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak 11. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının bütün düşman kuvvetlerine karşı korunması işini tek başına yüklenmiş oldular.
Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, bir milletti. İslâm, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk Milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi
Selçuklular, Abbasi halifelerini himaye ettiler. Batıda Haçlı Seferleri’ne, doğuda Moğol akınlarına karşı Türkler tarafından set oluşturulmuş, böylece İslâm dünyası dağılmaktan kurtulmuştur. Bin yıla yakın bir süre Türkler, Müslümanlığın bayraktarlığını yapmıştır. Gazneli Mahmud’un Hindistan’a kadar yaptığı seferler sonucunda Müslümanlık Hindistan’a kadar ulaşmıştır. Böylece yakın dönemlerde kurulan Pakistan ve Bangladeş’in temelleri atılmıştır. Osmanlı döneminde ise Türkler Balkanlar’a yerleştiler. Arnavutlar, Bosna-Hersekliler (Boşnaklar) bu dönemde Müslüman oldular. İslamın adaletini ve Türkün gücünü Avrupa içlerine, Viyanaya kadar götürdüler.
Şu anda vizesiz gidemedigimiz onlarca devlet Osmanlının vilayeti idi, Osmanlıya haraç veriyordu.
Türk Töresinde Hakan; kamu yararını kendi menfaatlerinin üzerinde tutmak zorundadır. Tarihimize bakıldığında, devlet yönetimi anlayışımızda kamu yararını üstün tutma anlayışı oldukça gelişmiştir.Türk devletlerinde kamu yararı her şeyin üstündedir.
Bilge Kağan Orhun yazıtları vasıtasıyla günümüze şöyle seslenmektedir:
‘’Çıplak milleti elbiseli, fakir milleti zengin kıldım. Aç milleti tok kıldım.’’
Yine Ertuğrul Beyin Osman Gazi ye vasiyetide Kamu yararının gözetilmesi gerekliliği ile ilgili öğütlerle doludur.
Atatürk ‘’Hürriyet ve istiklal karakterimdir.’’ Diye başlayan meşhur sözünde de Cumhuriyetin iki temel dayanağı olan Hürriyet ve istiklal kavramlarının Türk Milleti için taşıdığı öneme dikkat çekmiştir. Türkler hürriyet ve istiklalsiz yaşayamazlar. Bu mana da Cumhuriyet Türk Milletinin hür karakterine gayet uygun bir yönetim şeklidir.

Her başarılı kamutanın “hocası kim” diye sorarlar.
Alp Aslan’ın Melikşah’ın , hocası ve baş veziri Nizamülmülk idi. Nizamülmülk’ün Selçuklu Devleti’nin kuruluş ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak organize edilişinde büyük rolü vardır.. Adaleti gerçekleştirmeğe çalıştı ve şiirler yazdı. Nizamülmülk’ün yazdığı Siyasetname adlı değerli eserini de Kurduğu Nizamiye Mdereselerinde ders olarak okuttu..
Ahmed ibn-i Kemal Paşa’nın gölgesine girmese Yavuz, Yavuz olamazdı,
Akşemseddin ve Molla Gürani cesaret vermese Fatih İstanbul’a yaklaşamazdı…
Timur’un ardında Şah-ı Nakşibend Hazretleri vardı,
Osman Gazi’nin elinden Şeyh Edebali tutar.
Zenbilli Ali Efendi, Ebu Suud Efendi, Yahya Efendi ve Aziz Mahmud Hüdai, sultanların ufkunu açarlar dı, zaten onlar “hünkar şeyhi” diye anılırlar

Önemle ifade etmekisterim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini ‘’Müslüman’’ tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi, Fâtih’den veya Osmanlı Padişahlarından bahsederken de Büyük Türk tabirini kullanmaktadırlar. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder