7 Eylül 2010 Salı

ÇOCUKLUK YILLARIMDAN BİR ANI

KARNAPA


Başlık ‘Karnapa ile Nazlı’ da olabilirdi. Benim favorim Karnapa olduğu için, başlığı böyle attım. Siz kendinize göre başlık atabilirsiniz..

Karnapa ile Nazlı iki can yoldaş, kaderleri bir birine bağlı iki dost, iki arkadaş.

Karnapa karnı geniş, büyük karınlı demekti... Karnının büyüklüğünden dolayı ‘Karnapa’,adını almıştı. Benim sığabileceğim kadar karnı vardı. Yazın girdiği bütün göletleri taşırırdı. Sırtı ile karnı dümdüzdü, hava alanı gibi sırtı vardı, benim dostumdu. Beni sırtında taşırdı. Ben Karnapa’nın sırtında öyle uyurdum ki; saatlerce nereye gittiğimi bilemezdim ve hiç rahatsız olmazdım. Biliyordum, Karnapa beni rahatsız etmeden taşımaya özen gösterirdi.
Göbekli, göbeği yerlere kadar sarkan, çirkin görünüşlü, şekilsiz yaratık değildi. O tam tersine büyüklüğü kendisine yakışan, her şeye rağmen güzel görünüşlüydü. Hep göz önündeydi, hiç kaybolmazdı, kaçmazdı, naz bilmezdi.

Nazlı ise, çok yakışıklı, boylu postlu, pırıl pırıl bir gençti. O da iriydi ama mevzun bir endamı vardı. Yaşça Karnapa’dan epey küçüktü. Sürmeli iri gözlerinin karası kap kara, beyazı bem beyazdı. Kızdığında iri burun deliklerinden körük gibi hava fışkırdığını gözler, ürkerdim. O nazlıydı, çok seçiciydi. Her şeyi yemez, her suyu içmezdi. Onun içeceği su ayna gibi dup duru olmalıydı ve o suyun şavkında kendisini görmeliydi. Dik başlıydı. Nazını çektiğimiz için mi, yoksa hür mizaçlı olduğundan mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa; bir şeye kafası bozuldu mu çeker giderdi. Beni, Onu aranmaya çok göndermişlerdi. Ben de çoğu kere Onun hangi ağacın altında gölgelendiğini, nerelerde saklandığını bilirdim. Beni görünce suçlu suçlu gözüme bakardı. Ben de:
-Niye kaçıyorsun, beni aratıyosun, bi dah saklanırsan sana sorarım…düş peşime’ diye azarlardım. O da peşime düşer, tıpış tıpış eve kadar peşimden gelirdi.

Altmış yıl öncden bahsediyorum. Babamız yoktu. Önümüzde dağ gibi amcalarımız vardı. Yaşlı anam çok toparlayıcı ve besleyici idi. Fakirdik, ama Allaha şükür ‘ele güne’ muhtaç değildik. Allah Rahmet etsin babamız, o yokluk yıllarına rağmen, bize mamur bir yurt ve bol kazançlı kârhaneler fabrikalar bırakmıştı. O fabrikalar, fabrika yapan fabrikalardı. Etibank'ın madenlerini mi desem, Sümerbank'ın tekstil Fabrikalarını mı anlatsam, Çelik ağlarla örülen Demir yollarından mı bahsetsem bilmem ki hangi birini sığdırabilirim bu satırlara? Kırk yamalı gömlek giyerdik, başı açık-yalın ayaktık, ama gürbüzdük, temiz yuzlüydük, temiz yer, temiz düşünür, temiz konuşurduk. Yarı aç, yarı tok yattığımız günler çok olmuştu. Kafamızı yastığa koyar koymaz uykuya dalar, bin bir masal güzlliğinde rüyalar görürdük. Toprakla güreşir, güneşle yarışırdık. O zaman ‘gök bakır, yer demir’ değildi. Makine, Traktör bilmezdik. Tarlayı Karnapa ile Nazlı sürerdi, ibadet eder gibi…toprağı işlemek kimseye ağır gelmezdi…daldık gittik altmış yıl öncesine, Karnapa ile Nazlıyı unuttuk.

Onlar bizim hanede yetişen iki mandalarımızdı, bizden iki parça idiler. Karnapa’nın iri görünüşünün altında hassas bir ruhu ve akıl dolu kafası vardı. Nazlı kendisine eş oldu olalı onu hep korudu. Yayılırken bile iyi ot bulduğu zaman, Nazlı’yı burnu ile o tarafa iterdi. Ben bunları şu gözlerimle gördüm.

Ben Karnapayı seviyorum. O da beni seviyordu. Her sabah malları meraya otlatmaya çıkarırdık. Karnapa beni görünce önümde çökerdi. Ben uykulu uykulu, el yordamıyla Karnapa’nın sırtına biner, meraya kadar orada uyurdum. Meraya geldiğimizde Karnapa çöker beni sırtından indirirdi. İri kafasını yarım ay gibi süsleyen boynuzlarını sivriltir, yağlardım. Kavgada yaralanmasın diye. Ama O hiç kavga etmezdi. Nazlı, gün geçmezdi ki birini yaralamasın, bir yerlerini çizdirmesin.

Bir gün dağa oduna gitmiştik. Amcalarım odun keserken ben de hayvanlara göz kulak oluyordum. Odunlar kesildi, kağnılara yüklendi. Mandalar kağnılara koşuldu, yola koyulduk. Gecenin bir saati, ormancı korkusu bir tarafatan, zifiri karanlık, soğuk bir taraftan dağın yamacını dönüyoruz. Yüksek bir dağ eteğindeyiz. Yol iz yok…keçi yollarını takip ediyoruz. Dik bir yamaçtı. Nazlı yamacın alt tarafında kalmıştı, Karnapa üst tarafındaydı. Araba Nazlı’nın üstüne üstüne yatmaya başladı. Araba, belki 200 kulaçlık bu uçurumdan aşağıya yuvarlanacak ne hayvanlar, ne de araba kalacaktı. Herkes önlem düşünmeye çalışıyordu, fakat o anda alınacak hiçbir önlem yoktu.

O anda bir MUCİZE gerçekleşti.Karnapa durumu fark etti. Ön ayaklarını kıvırdı, dirsekleri üzerinde, yönünü de tepeye doğru çevirip arabayı çekmeğe başladı. Karnapa da 100 beygir gücü, güç vardı…O karnını boşa büyütmemişti. O arabayı ve Nazlıyı, o çurumdan, dirsekleri üzerinde çekti çıkardı…Bu aklı, bu hissi altmış yıldır unutamıyorum. Her aklıma geldiğinde tüylerim diken diken oluyor.

Bu hassas, akıllı, güçlü, vefakar ve cefakar mandalarımı özlüyorum. Bu yazımı da O munis hayvanlar unutulmasınlar diye yazdım…
Saygılarımla
15.8.10

Nurettin Gülden
TOKAT