19 Ağustos 2010 Perşembe

BEKLENMEDİK MUTLULUK

ŞİLİ'DE ATATÜRK'ÜN HEYKELİ
Oğlum M.Cem Güney Amerikada Şili’ye gitmişti. Orada ATATÜRK’ün heykelini görmüş. “Atatürk’ün heykelini Taaaaa dünyanın bir ucu olan Şili de buldum…artik sirtim yere gelmez...” diyor.
"Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman...insanlık idealinin canlı timsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunun ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır" sözleri yazılı...imiş
Ben de Amerikada, CHCAGO’da bir kuyumcunun vitrininde “Ay yıldızın içinde Atatürk figürü bulunan kolya” gördüm. Çok heyecanlandım. İnsan beklemediği ve hiç ilgisi olmayan bir yerde önemli bir şey gördüğü zaman nasıl hayrete düşer, nasıl mutlu olur? Ben de öyle oldum. İçeri girdim, sordum. Kuyumcu çok düzgün bir Türkçe ile,
-İstanbul'da doğdum, orada büyüdüm, orada okudum, oradan geldim…dedi. Bir Ermedi Türk vatandaşı olduğunu söyledi.
Oğlum da Şili de Atatürkün Heykelini görünce, nasıl mutlu olduğunu "artik sırtım yere gelmez..." diyerek ifade ediyor.

15 Ağustos 2010 Pazar

HAYALİ CİHAN DEĞER BİR ANI

KARNAPA


Başlık ‘Karnapa ile Nazlı’ da olabilirdi. Benim favorim Karnapa olduğu için, başlığı böyle attım. Siz kendinize göre başlık atabilirsiniz..

Karnapa ile Nazlı iki can yoldaş, kaderleri bir birine bağlı iki dost, iki arkadaş.

Karnapa karnı geniş, büyük karınlı demekti... Karnının büyüklüğünden dolayı ‘Karnapa’,adını almıştı. Benim sığabileceğim kadar karnı vardı. Yazın girdiği bütün göletleri taşırırdı. Sırtı ile karnı dümdüzdü, hava alanı gibi sırtı vardı.Karnapa benim dostumdu. Beni sırtında taşırdı. Ben Karnapa’nın sırtında uyurdum, saatlerce nereye gittiğimi bilemezdim ve hiç rahatsız olmazdım. Karnapa'nın beni rahatsız etmeden taşımaya özen göstereceğini biliyordum, .
Göbekli, göbeği yerlere kadar sarkan, çirkin görünüşlü, şekilsiz yaratık değildi. O tam tersine büyüklüğü kendisine yakıştıran her şeye rağmen güzel görünüşlüydü. Hep göz önündeydi, hiç kaybolmazdı, kaçmazdı, naz bilmezdi.

Nazlı ise, çok yakışıklı, boylu postlu, pırıl pırıl bir gençti. O da iriydi ama mevzun bir endamı vardı. Yaşça Karnapa’dan epey küçüktü. Sürmeli iri gözlerinin karası kap kara, beyazı bem beyazdı. Kızdığında iri burun deliklerinden körük gibi hava fışkırdığını gözler , ürkerdim. O nazlıydı, çok seçiciydi. Her şeyi yemez, her suyu içmezdi. Onun içeceği su ayna gibi dup duru olmalıydı ve o suyun şavkında kendisini görmeliydi. Dik başlıydı. Nazını çektiğimiz için mi, yoksa hür mizaçlı olduğundan mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa; bir şeye kafası bozuldu mu çeker giderdi. Beni, Onu aranmaya çok göndermişlerdi. Ben de çoğu kere Onun hangi ağacın altında gölgelendiğini, nerelerde saklandığını bilirdim. Beni görünce suçlu suçlu gözüme bakar, kafasını iki yana sallayarak okşamamı isterdi. Ben ise:
-Niye kaçıyorsun, ömrüm seni aramakla mı geçecek??? bi dah saklanırsan sana sorarım…düş peşime’ diye azarlardım. O da peşime düşer, tıpış tıpış eve kadar peşimden gelirdi.

Altmış yıl öncden bahsediyorum. Cumhuriyet körpe idi. Babamız ölmüştü. Önümüzde dağ gibi amcalarımız vardı. Yaşlı anam çok toparlayıcı ve besleyici idiler. Fakirdik, ama Allaha şükür ‘ele güne’ muhtaç değildik. Allah Rahmet etsin babamız, o yokluk yıllarına rağmen, bize mamur bir yurt ve bol kazançlı kârhaneler bırakmıştı. Kırk yamalı gömlek giyerdik, başı açık-yalın ayaktık, ama gürbüzdük, temiz yuzlüydük, temiz yer, temiz düşünür, temiz konuşurduk. Yarı aç, yarı tok yattığımız günler çok olmuştu. Kafamızı yastığa koyar koymaz uykuya dalar, bin bir masal güzlliğinde rüyalar görürdük. Toprakla güreşir, güneşle yarışırdık. O zaman ‘gök bakır, yer demir’ değildi. Makine, Traktör bilmezdik. Tarlayı Karnapa ile Nazlı sürerdi, ibadet eder gibi…toprağı işlemek kimseye ağır gelmezdi…daldık gittik altmış yıl öncesine, Karnapa ile Nazlıyı unuttuk.

Onlar bizim hanede yetişen iki mandalarımızdı, bizden iki parça idiler. Karnapa’nın iri görünüşünün altında hassas bir ruhu ve akıl dolu kafası vardı. Nazlı kendisine eş oldu olalı onu hep korudu. Yayılırken bile iyi ot bulduğu zaman, Nazlı’yı burnu ile o tarafa iterdi. Ben bunları şu gözlerimle gördüm.

Ben Karnapayı seviyorum. O da beni seviyordu. Her sabah malları meraya otlatmaya çıkarırdık. Karnapa beni görünce önümde çökerdi. Ben uykulu uykulu, el yordamıyla Karnapa’nın sırtına biner, meraya kadar orada uyurdum. Meraya geldiğimizde Karnapa çöker beni sırtından indirirdi. İri kafasını yarım ay gibi süsleyen boynuzlarını sivriltir, yağlardım. Kavgada yaralanmasın diye. Ama O hiç kavga etmezdi.Nazlı, gün geçmezdi ki birini yaralamasın, bir yerlerini çizdirmesin.

Bir gün dağa oduna gitmiştik. Amcalarım odun keserken ben de hayvanlara göz kulak oluyordum. Odunlar kesildi, kağnılara yüklendi. Mandalar kağnılara koşuldu, yola koyulduk. Gecenin bir saati, ormancı korkusu bir tarafatan, zifiri karanlık, soğuk bir taraftan dağın yamacını dönüyoruz. Yüksek bir dağ eteğindeyiz. Yol iz yok…keçi yollarını takip ediyoruz. Dik bir yamaçtı. Nazlı yamacın alt tarafında kalmıştı, Karnapa üst tarafındaydı. Araba Nazlı’nın üstüne üstüne yatmaya başladı. Araba, belki 200 kulaçlık bu uçurumdan aşağıya yuvarlanacak ne hayvanlar, ne de araba kalacaktı. Herkes önlem düşünmeye çalışıyordu, fakat o anda alınacak hiçbir önlem yoktu.

Karnapa bunu fark etti. Ön ayaklarını kıvırdı, dirsekleri üzerinde, yönünü de tepeye doğru çevirip arabayı çekmeğe başladı. Karnapa da 100 beygir gücü vardı…O karnını boşa büyütmemişti. O arabayı Nazlı ile birlikte, o uçurumdan, dirsekleri üzerinde çekti çıkardı…Bu aklı, bu hissi bu gücü altmış yıldır unutamıyorum. Her aklıma geldiğinde tüylerim diken diken oluyor.

Bu hassas, akıllı, güçlü, vefakar ve cefakar mandalarımı özlüyorum. Bu yazımı da unutulmasınlar diye yazdım…
Saygılarımla
15.8.10

Nurettin Gülden

5 Ağustos 2010 Perşembe

BİR KÜRT KLASİĞİ

YAVUZ SULTAN SELİMİN HAYRATI

28 Ağustos 1516 Tarihinde Osmanlının en cesur padişahı Yavuz
Sultan Selim Han, Ridaniye seferine çıkarken, susuzluk çeken
halkı görüyor, askere emir veriyor ve Muş'ta bir çeşme yaptırıyor, tam 12 musluklu
büyük bir hayrat oluyor.

Yavuz Sultan Selim, giderken yaptırdığı çeşmeyi dönüşte suyu kesilmiş ve harap vaziyette bulunca, tekrar eskisi gibi çeşmeyi inşaa ettiriyor ve aşağıdaki mısraları bizzat kendisi kaleme aldırarak, Kitabe olarak yazdırıyor;

* *
*Kürde fırsat verme YARAB, Dehre Sultan olmasın*
*Ayağını çarık sıksın, Gönlü huzur bulmasın.*

*Vur sopayı al haracı, Karnı bile doymasın.*
*Ol çeşmeden gavur içsin, Kürde nasip olmasın.*

*Vasiyetim oldur ki, Kürd bin kere yalvarsın,İnanma, kanma evlat, Yakana bit, kapına kürd dadandırma...*

* *
*Kaynak:Evliya Çelebi Seyahatname, Zuhur Danışman Derlemesi Cilt 3 Sayfa 80*

* *
*Not: Çeşme hala yerinde ve yerel halk suyundan faydalanmaktadır. Ancak,
üzerindeki kitabe tahrip edilmiştir..!*